Çiğdem Toker

Ak-Çürümenin Kirli Sözlüğü

24 Mayıs 2014 Cumartesi

Sabah uyandı.
Başucundaki telefona uzandı.
Twitter’ı açtı.
O günkü mesaisinde kullanacağı; “darbeci”, “vesayetçi” sıfatlarının içini doldurabilecek nitelikte, yeni gelişme var mı diye baktı.
“Taymlayn” sakin görünüyordu.
Birkaç günaydın,
üç-beş doğa fotoğrafı.
Ha, bir de Mevlana’dan iyi insan olmaya dair iki alıntı.
O kadar.

Canı sıkıldı.
Fakat uzun sürmedi.
Akşama kadar nasılsa “bir şeyler” olur diye geçirdi içinden.
Belki bir patlama, bir “vatan haini”nin konuşması, köprü inşaatından düşecek işçiler, kömürleşmiş cenazeler, “yorgun kurşun”un sekerek öldürdüğü bir Alevi...
Allah’tan umut kesilmez; bu topraklar acıdan yana mümbitti ve hiç şüphesiz “o günü de kurtaracak” bir malzeme çıkardı elbet... Yine de kimselere söylenemeyen o tuhaf iç sıkıntısı:
“Mağduriyet”ten devşirilen müreffeh hayatının sona ermesi değildi korktuğu. Çok şükür, artık böyle bir şey söz konusu bile olamazdı...
Fakat dön dolaş, o dört kelimenin “son kullanma tarihi” bitecekti bir gün.
Bunu hissediyor, fakat sonrasını bilemiyordu işte.
Hemen bugün değilse bile, adının anılmayacağı; eskaza hatırlansa bile “hayırla yâd edilmeyeceği” günleri görme ihtimali, içini bulantıyla dolduruyordu.
Siteden çıkıp makam aracına bindiğinde bu düşüncelerden uzaklaştı.

***

Sabah uyandı.
Saate baktı.

Bir saat kalmıştı.
Öğleye doğru uyanmaya alışmış bedenini, o salona nasıl taşıyacağını düşündü.
Törene katılacak “davetliler” aklına gelince yüzünü buruşturdu.
Gece boyunca, -birazdan yapacağı- konuşma metnine hazırlanmıştı. İçinde bol bol “istikrar”, “istihdam”, “kardeşlik” kelimeleri geçen konuşma metnine uzandı.
Ülkenin önemli kuruluşlarından birini yönetiyordu.
Ama çok sıkılmıştı.
Aslına bakılırsa, servetini, gücünü dönem siyasetine de borçlu değildi.
Ne var ki -nasıl dese- “vazgeçmek”, epeydir bir varoluş sorununa dönüşmüştü.
İktidar paydaşlığının yüzüne yerleştirdiği o adrenalin bir gün “çekildiğinde”, ne yapacağı konusunda hiçbir fikri yoktu.
Makam aracından koruması eşliğinde inip törenin yapılacağı otele girerken aklında sadece önemli misafiri vardı.

***

Sabah uyandı.
Televizyonda “teröristlerin” ortalığı karıştırdığı haberi dönüyordu. İçinden bir küfür savurdu.
Karısının hazırladığı
kahvaltıya otururken o gün kaç saat ayakta kalacağını düşündü.
“Fazla mesai” tasarısında bir türlü yeni gelişme olmuyordu.
Tam zeytini ağzına atmıştı ki, TV’de “Ölen ölmüştür” cümlesini duyunca “Hay senin canını yiyeyim” dedi.
Görev alanına götüren otobüsten indiğinde, kredi kartı borcunu unutmuştu.

***

Sabah uyandı.
Her zamankinden daha erken çıktı.
O gün harcama tablolarını genel müdürlüğe göndermenin son günüydü.
Excell tablolarının son rötuşlarını gözden geçirirken, hep açık tuttuğu haber kanalından
“Polis
nasıl sabrediyor anlamıyorum” sözü makam odasını doldurdu.
Tabloların son haline onay verdi.
“Kamu Düzeni ve Güvenlik Hizmetleri’ne yapılan bütçe harcamaların 4 aylık tutarı 10 milyar 400 milyon TL olmuştu. 2013’te aynı dönemdeki harcama 8.9 milyar TL’ydi.”

***

Böyle çürüyor bu toplum...
Polisin “düşman” duygusuyla acımadan vurduğu, kafasından sokak boyu kanlar akan mahalle sakinine kimsenin yaklaşamadığı, hak arayan herkesin “terörist” görüldüğü, evlat acısıyla alay edilen, kendisi gibi düşünmeyene ne işte, ne medyada, ne mahallede, ne bürokraside, ne sokakta tahammül edebilen.
Bu güzel toplumun genleri çürüyor.
Çürümenin adresi, “iktidar”ın yazdığı yeni vahşi sözlükte:
“Acele kamulaştırma, gaz fişeği, gaz maskesi, kentsel dönüşüm, kule, maden, rezidans, sivil şehit, taşeron.
“Yaradılanı severiz yaradandan ötürü” ise bu sözlüğün en “kirli” repliği...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Hoşça kalın 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları