Suudiler ve hasbelkader Almanlar

26 Temmuz 2017 Çarşamba

Maşallah, Türkiye’yi yöneten zihniyet, yürüttüğünü söyleyip durduğu ‘değerlere dayalı’ dış politikayı terk ettiğinden beri, sözde ‘realist dış politika’ devrede. Türkçe meali, ‘önümüze gelene bir tekme’ hesabı takılıyoruz. ‘Realist dış politika’, ‘gözünün içine baka baka kıvırmak’, rasyonel akla dayalı hamleler ve bunların tezahürü olan adaba dayalı diplomasi üslubunun topyekûn yitip gitmesi. Ne manidar ki üslup Batı’ya karşı farklı, ‘ideolojik kardeşlik’ beslenenlere farklı. İkisinin de getirisi tartışmalı.
İki örnekten bakalım. Birisi Körfez’in Vahhabi/Selefi monarşisi Suudi Arabistan, diğeri ‘Batı âleminde Türkiye’den sorumlu’ diye bile anabileceğimiz Almanya. İkisinin de Türkiye’yi yöneten egemenlerle on yıllara uzanan derin bağları, siyasi ve ekonomik yatırımları mevcut.

***

Suudi Arabistan, 2013’te Mısır’daki İhvan darbesinden bu yana Birleşik Arap Emirlikleri’yle birlikte Türkiye’ye karşı da ‘hasmane işlere soyunduğu’ bizzat yandaşlar tarafından dile getirilen ülke. Suudilerin Katar ile yaşadığı krizde İhvan’a açık ‘terörizm’ ithamları aynı ideolojik çizgideki Ankara’yı doğal olarak rahatsız etti. Ankara “ulu ABD’yi kolaçan edip” bu krizde Doha’nın yanında hizalandı, üs anlaşmasıyla Türk askeri Katar’ın ‘kılıcı’ kılındı. Mesele Riyad’ın gözüne batınca Suudilerin BM temsilcisinden “Türkiye eğer Arap dünyasına gizli saklı girerek müdahale etmeye çabalıyorsa, bu dönem geçti” zılgıtı geldi.
Ankara ‘elin Suudisine had bildirmek’ yerine alttan aldı. Suudi Arabistan, Kuveyt ve Katar ziyaretleriyle Körfez krizinde ‘arabuluculuğa’ soyunuldu. Pek de ‘kırmızı halı serilmediği’ anlaşılan ziyaretin yorumu BAE’den geldi: “Ankara yeni bir şey sunmadı. En iyisi tarafsız kalsın.” Bu ‘sıfırla çarpan’ konumlandırmasına rağmen Ankara’dan Riyad’a “Hadimu’l Haremeyni Eş-Şerifeyn” (Mekke ve Medine’nin koruyucusu, hizmetkârı) sıfatları bahşedildi.

***

Almanya krizinde ise böyle değil. Üstelik kriz Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinde kırılmalara yol açmaya adayken… Almanya dediğimiz, iki dünya savaşından şehirleri taş taş üstünde kalmayacak şekilde çıkmış, yarım yüzyıl geçmeden dünyanın önde gelen ekonomik güçlerinden birisi olmuş ülke. ‘Hasbelkader’ ironik! Geçen sene mizah krizi ve ‘Nazi’ anımsatmalarıyla bezenen sert üslup, Körfez’le olduğu gibi ‘ideolojik kardeşlik’ de bulunmadığından 15 Temmuz sonrası uygulamaları eşliğinde iyice keskinleştirildi.
Sonunda Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel’e “Türkiye’ye çok sabır gösterdik, ilişkilere bu şekilde devam edemeyiz” dedirtildi. Berlin asıl silahını çekti: “Alman yatırımlarının devamını garanti edemeyiz.” Alman turistlere seyahat uyarısından Türkiye’nin ‘kaybeden taraf’ haline geldiği Gümrük Birliği’ni güncellememeye ve savunma projelerini askıya almaya uzanan bir dizi yaptırım açıkça zikredildi. Yetmedi, Türkiye’nin Interpol aracılığıyla önde gelen Alman firmalarını terör soruşturmalarıyla ilişkilendirdiği ortaya serildi. Türkiye’nin yanıtı ‘Pardon, iletişim hatları kopmuş’a dönüşüverdi. Boşuna ‘karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar’ dememişler.
Ankara’dan şimdilerde “Lütfen yani, bizler NATO’da beraberiz, AB ile müzakereci devletiz” ile “Hemen işi ekonomi ile teşvik edip bel altı vuruşları ile gerçek tıynetlerini belli etmek. Bizi bunlarla tehdide kalkarsanız, yanılırsınız ve siz kaybedersiniz” söylemleri uçuşuyor.

***

Biri gayet alttan almaya özen gösteren, diğeri ayazda yakalanıp tekme savurmaya devam etmeye çabalayan iki üsluptaki farklılık, ‘fıtrat icabı’.
Suudiler yahut BAE için kelime harcamamıza değmez. Olup bitenlerin sorumluluğu, Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzünü Körfez bataklığına çevirenlerin omuzlarında.
Almanlar ise demokrasinin ‘korunması gereken’ bir şey olduğunu en başta kendi tarihleriyle bilirken, Türkiye’de yıllarca siyasal İslamcılığa yatırım yaptılar. Almanlar için bizim diyebileceğimiz ‘Türkiye’de ektiklerini biçtikleri’.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

ABD’de darbe tehdidi 7 Eylül 2018
Zaharçenko darbesi 5 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları