Celal Üster

Bizde Nesimî çoktur

02 Temmuz 2015 Perşembe

Tasavvuf şairi Nesimî 14. yüzyılda inançları yüzünden derisi yüzülerek öldürülmüştü. Mahlasını ondan alan Kul Nesimî’nin 17. yüzyılda öldürüldüğü söylenir. Yüzyıllar sonra Âşık Nesimî’nin de onlarca aydınla birlikte Sivas’ta yakılması bir rastlantı mı?

Şair ve mutasavvıf Nesimî’nin suretini, Âşık Çelebi’nin 14. yüzyılla 16. yüzyıl arasında yaşamış şairlerin yaşamöykülerini kapsayan ünlü tezkiresi “Meşâirü’ş-Şuara”daki bir minyatürde görmüştüm.
Harf ve rakamların çeşitli yorumlarına dayanan bir inanç sistemi olan Hurufîliğin kurucusu Fazlullah Hurufî’yle tanıştıktan sonra bu inancı benimsemişti Nesimî.
Anadolu, İran, Irak ve Suriye’yi dolaşarak Hurufîliği yaymaya çalışmıştı. Bu inancı yansıtan, vahdet-i vücut (varlığın birliği) düşüncesine bağlı şiirleriyle halkı büyük ölçüde etkilemişti.
Sonunda, Halep uleması tarafından “dinden sapmakla” suçlanıp, derisi yüzülerek öldürülmüştü.
Nesimî’nin makamla da okunan şiirleri, bugün edebiyat derslerinde ne kadar okutuluyor bilmiyorum, ama özellikle Alevi-Bektaşi toplulukları arasında hâlâ yaşıyor.

‘Gel ha gel’
17. yüzyılın nefesleriyle ünlü tekke şairi Kul Nesimî’yi ise, Cahit Öztelli’nin, 12 Mart’ın Mamak zindanında elime geçen kitabıyla tanımıştım.
Öztelli, uzun süre, 1404’te Halep çarşısında öldürülen tasavvuf şairi Seyyid Nesimî ile karıştırılan Kul Nesimî’nin ayrı bir şair olduğunu ilk kez o kitapta ortaya koyuyordu.
Asıl adı Ali olan Kul Nesimî’nin, mahlasını, Seyyid Nesimî’ye olan derin sevgisinden ötürü aldığı söylenir: “Gel ha gel Seyyid Nesimî / Hak nefesi güldür gülün / Şu öten garip bülbülün / Derdi figanı güldür gül...”
Özellikle heceyle söylediği yalın şiirleriyle sevilen Kul Nesimî, kimi şiirlerinde ham sofuları taşlayıp yerer: “Ben melâmet hırkasını kendim giydim eğnime / Ar ü namus şişesini taşa çaldım kime ne”.
Kul Nesimî’nin de öldürüldüğü söylenir. Osmanlı’ya karşı İran yanlısı bir tutum takındığından mı, Alevi-Bektaşi inançlarını dile getirdiğinden mi, bilinmez.

22 yıl geçti…
Âşık Nesimî Çimen’in, pek çok şair, yazar ve aydınımızla birlikte, “Halep uleması”nın, ham sofuların torunları tarafından Sivas’ta yakılarak öldürülmesinin üstünden 22 yıl geçti.
Halk Oyuncuları’nın 1967’de Tunceli’de oynamaya çalıştığı “Pir Sultan Abdal” oyununa düzenlenen polis baskınıyla başlayan olayları bugün gibi anımsıyorum.
Oyunda Pir Sultan’dan deyişler söyleyen Nesimî’nin gözaltında bıyığının yarısının tek tek yolunduğunu da. Devrimci gecelerde, başında kasketi, kocaman göğsünde ufacık kalan curasıyla, kibirsiz, abartısız, vakur söyleyişini de.
Şimdi, “Dinle beni nazlı yârim”in sözleri geçiyor aklımdan: “Dinle beni nazlı yârim / Senden başka yârim mi var / Bütün ömrüm seninledir / Senden başka zârım mı var // (…) // Nesimî’yi güldür nolur / O yoluna kurban olur / Dost dostun yolunda ölür / Sana vermez serim mi var.”
Evet, bugün her zamankinden daha çok yüreğimi yakan bu sözler Âşık Nesimî’nin. Müziği ise oğlu Mazlum Çimen’in. Tam 48 yıl önce, “Pir Sultan Abdal” oyunu Tunceli’de baskı uğradığında, babası ve tüm oyuncularla birlikte 8 yaşında Emniyet’e götürülen Mazlum Çimen’in.
Bizde Nesimî çoktur!..  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Irgat’ın Türküsü 14 Mayıs 2018

Günün Köşe Yazıları