Ayşegül Yüksel

Ne Savaş Ne Salgın

17 Mart 2020 Salı

Koronavirüsün dünyayı sarma aşamasına geldiği, Suriye’de ‘ateşkes’ sürecine adım atıldığı şu günlerde, insanın “insan değeri” bilmeyi bir kez daha öğrenme noktasına geldiğini düşünüyorum. 

Bir yandan bilim adamları insanlığı bu yeni salgından kurtarmak için gecelerini gündüzlerine katarak çalışırken, öte yandan insanların birbirlerini öldürmek için icat ettikleri silahların neden olduğu yıkım, “uygarlık tarihi”mizin uzlaşmaz çelişkilerinden birini, bir kez daha açıklıkla ortaya koyuyor. Aziz Nesin Usta’nın “Fırçacılar ve Düdükçüler Savaşı” oyunundaki “trajikomik” duruma gitgide yaklaşmaktayız. Bu nefis “soyutlamalı” yapıtta, birbiriyle savaşmaya doymayan “Fırçacılar” ve “Düdükçüler” adlı iki ülke, sonunda yeryüzüne “kaşıntı” ve “kahkaha” gazlarını salar. “İnsanlığın sonu” gelmiş, nasıl yok olacağımız belli olmuştur: “Güle güle öleceğiz, kaşına kaşına…”

Savaşa kilitlenmiş dünya

Soğuk Savaş döneminin noktalandığı geçen yüzyılın sonlarından bu yana, gitgide ‘savaş’a kilitlenen bir dünyada yaşıyoruz. Savaş, yalnız insan yaşamının değil, insan onurunun da hiçe sayılması demek. Savaş, ‘insan gibi’ var olma yönünde aldığımız yolun sıfırlanması demek...

Oysa teknoloji geliştikçe, savaş bir “oyun” olarak görülmüş. En zengin ve tahribat gücü en yüksek olanın kazanacağı bir oyun... Uzaktan öldürücü silahların kullanımıyla, “güçlü” olanın “ilkel”e dönüşmesi daha da kolaylaşmış. Dahası, savaş gerçeği sanallaşıp, bir TV seyirliğine dönüşmüş. Hıristiyan kölelerin aslanlara atılışını seyrederek eğlenen Romalılarınkinden bin beter bir insanlık döneminden geçtiğimizi yadsıyabilir miyiz?

Savaş bir TV seyirliği mi?

Atom bombasını Hiroşima’nın üstüne salan elin sahibi yaşamdan kopardığı binlerce insanı görmemiş, seslerini duymamıştı. Korkunç patlama bulutunun içinde kalanların, yakınlarını arayacakları cep telefonları yoktu o zamanlar. Acımasız politik stratejilerin biçimlendirdiği “felaket anı”nda insanların neler yaşadığını, bir oranda eski Yugoslavya’nın kana bulanarak parçalandığı süreçte TV ekranlarına yansıyan görüntü ve seslerle, 2000’li yılların başında New York’un göğünde ve gökdelenlerinde benzer bir dehşetle yüz yüze gelen başka insanların “felaket anı”nda canlı olarak ilettikleriyle, daha sonra da özellikle Ortadoğu’daki kıyım görüntüleriyle kavrayabiliyoruz. Terör ve/ya da savaş kurbanı olmuş tüm insanların acısı, gelişmiş teknoloji yardımıyla görüntüde ve seste buluşup ortak vicdanımıza mıhlanıyor. 

‘İlkel’ ve ‘uygar’ karşıtlığı yok oluyor

Ya da geçici bir süre için öyle olduğunu sanıyoruz. Çünkü insanlığın ortak vicdanı, zaman içinde, izlenmiş olan dehşet manzaralarını da sindiriyor. Kafa ile yüreğin, bilgi ile sağduyunun, strateji teknikleri ile insanbilimin birbirine yabancılaştığı, postmodern bir ironiye tutsak edilmiş dünyamız. “İlkel” olan ile “uygar” olan arasındaki karşıtlık gitgide yok oluyor. Çünkü, “uygarlık” adına atılan savaş çığlıklarının gerisinde, bilinen “ilkel” gerçek yatıyor: İktidar tutkusu ve çıkar kaygısı. İsviçreli oyun yazarı Friedrich Dürrenmatt kısaca “güç” ve “para” olarak belirliyor dünyayı çığrından çıkaran bu iki olguyu ve hemen yanı başlarına “ölüm” olgusunu yerleştiriyor. Savaş, güç tutkusunu doyurmak ve çıkar elde etmek için girişilen bir “ölüm oyunu” değilse nedir?

Yaşamımızı kabusa çeviren koronavirüs salgını, insanlığa bir ders olmalı… 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

'Devlet Ana’ sahnede 26 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları