Ayşegül Yüksel

Babamın denizleri

20 Ağustos 2019 Salı

Sağlığım için yüzmem gerekliymiş. Böyle tedaviye can kurban. Söz dinleyip iki haftalığına Bodrum’a kaçacağım. Şu sıcak günlerde yalnızca denizi düşünerek serinlemekteyim. Denizi düşünmek çocukluğuma dönmek demek…
Beni iki yaşındayken herhalde- bir açık hava sinemasında oynayan ilk “Titanik“ filmine götürmüşler. “Daha bebek sayılır, bir şey anlamaz“ diye düşünmüş olmalı sinema tutkunu annem. Oysa filmden gelen korkunç sesler ve perdede yansıyan siyah-beyaz felaket görüntüleri uykumu bölüvermiş ve öyle içime işlemiş ki, tam bir yıl boyunca, denizi uzaktan bile görsem basmışım çığlığı. O yılların İstanbul’unda “karşıya geçmek“ (Anadolu Yakasından Avrupa Yakasına ya da tersi yönde), günümüzde de olduğu gibi, kentteki yaşam biçiminin vazgeçilmeziymiş. Yeraltından ya da deniz üstünden (köprüyle) ulaşım da söz konusu değil. Arabada oturduğum yerde gözlerimi sımsıkı kapatarak ve “az kaldı, geliyoruz“ kandırmalarına katlanarak uzun bir süre arabalı vapurla taşınmışım bir kıyıdan ötekine.
Beni ilk kez denize sokmayı nasıl başarmışlar anımsamıyorum. Kimse de anlatmadı. Ama üç yaşındaki bir fotoğrafımdan anladığım kadarıyla artık denizle barışmışım. Zeytinburnu’nun kent haritasından çoktan silinmiş olan- bir kumsalında elimde kovam ve küreğimle yürürken bana şirinlik yapmakta olan babamla birlikteyim.
İlkokul yıllarında, Kadıköy yakasında oturduğumuz için çoğunlukla Fenerbahçe Plajı’ndan girerdik denize. Öğrenci pasosuyla 3 kuruşa yeşil renkli açık (camsız) tramvaylara binerdik. Ama su üstünde durmayı, belki yaşamımda ilk ve son kez gittiğim Moda Kadınlar Plajı’nda annemin bir arkadaşından öğrendim. Bu konu ne zaman açılsa, babam küplere biner, bana yüzme öğretmek için harcadığı çabayı önemsemeyişimi ihanet sayardı.
Babam denize ve deniz manzarasına tutkun biriydi. İlk gençliği Kuleli Askeri Lisesi’nde geçtiği için… Esaslı bir Boğaz yüzücüsüydü. Boğaz’ın her noktasını avucunun içi gibi bilirdi. Dahası, Yeşilçam filmlerinin rejisörlerine parmak ısırtacak yetenekte bir manzara avcısıydı. Bıkıp usanmadan Boğaz’ın güzelliklerinin gündüzünü ve gecesini paylaşırdı bizimle. Yalnız Boğaz mı? İzmit Körfezi’nin en güzel manzarasının şimdiki Hereke Tüneli’nin bulunduğu noktadan izlenebileceğini biz altmış yıl öncesinden biliyorduk. O yöreden her geçişimizde, “Babam ne haklıymış“ derim.
Deniz aşkı onu bin bir özveriyle sanki yaşamda başka hiçbir eksiği yokmuş gibi- deniz kenarında bir eve büyükbabamla- ortak olmaya yöneltmişti. Küçükyalı’daki -şimdi sahil yolu ile tren yolu arasında sıkışmış olandev bir dut ağacının altındaki bu küçücük yapının deniz manzarası müthişti. Mehtaplı gecelerde karşımızda değerli birer mücevher gibi parlayan Adalar’ı izlemek için gelen konuklarımızla çay içilirken, ünlü “Ada sahillerinde bekliyorum“ şarkısı ve günün modası başka şarkılar söylenir, şarkı sözlerini aklında tutmak için hiçbir çaba göstermeyen babam her bir şarkıya yeniden güfte yazarak kahkahayı patlatırdı.
Bir de sonu gelmez sandal sefalarımız vardı. Motorumuz hiç olamadı, ama küreklere asılarak kimi zaman Bostancı’ya, kimi zaman da Dragos-Maltepe yönünde Süreyya Plajı’na dek pek çok şenlikli yolculuk yapar, hoşumuza giden her yerde sulara dalıp çıkardık.
Hep görev başında olduğu için, yaz tatili nedir bilmezdi babam. Bizimle birlikte olabildiği zamanlarda ise denizde saatlerce yüzer, böylece, dertlerinden, öfkesinden, uğradığı haksızlıkların yarattığı kırgınlıktan arınıp şeker gibi biri oluverirdi. Annemin arkadaşları “Paşa“nın sohbetine doyamazlardı. Temizliğe gelen o yıllarda 60 yaşını geçmiş olan- Zehra Hanım bile babamın abartılı övgülerinden pay almıştır.
Zaman içinde, Boğaz’ın, Adalar’ın, Avrupa ve Anadolu yakalarının pek çok noktasında, dahası, Marmaris ve Bodrum’da da kulaçladım denizi. Atlantik Okyanusu’nun ABD kıyısında bile yüzme şansını yakaladım. Ankara’ya taşındıktan sonra ise İskenderun’dan Datça’ya, Karadeniz koylarından Gökova’ya, Çeşme’den Ayvalık’a pek çok kıyı kasabası yaz tatillerinde bizim oluverdi. Denizle böylesine kucaklaşabilen bir başka ülke var mı dünyada!
Babamı erken yitirdik. İstanbul dışındaki denizlerin keyfini yaşayamadı. Ama biz Alanya Kalesi’nden denizi sonsuzlukla birleştiren ufuk çizgisine, Antalya Limanı‘nın kuşbakışı manzarasına, Kaş’ın mendireğini döven dalgalara, Gökova’nın lacivert sularının ölümsüzlüğe koşuşuna, Bodrum Kalesi’nin ay ışığı altındaki büyüleyici parıltısına dalıp gitmeyi babamdan öğrendik.
Denizlerimizi babamın denizlerine kattık…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

‘Öteki’nin dramı 22 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları