Ayşe Emel Mesci

Yeni bir şeyler yapmak

12 Şubat 2024 Pazartesi

Tiyatroda yeni bir şeyler arama uğraşı hiç sona ermez ve ne ilginçtir ki bu arayışlar genellikle tiyatronun “eskiler kırkambarı”ndan veya kendi eskilerinizi tüketmişseniz farklı kültürlerden beslenir. Çok uzağa gitmeden 20. yüzyıl tiyatrosundaki önemli yenilikçileri, Meyerhold’u, Brecht’i, Grotowski’yi, Ariane Mnouchkine’i, Eugenio Barba’yı aklınızdan geçirdiğinizde yeni sahnesel gerçeklik arayışlarının hep bu yolları izlediğini görürsünüz.

‘ŞİMDİ YENİ BİR ŞEY YAPTIN!’

Grotowski’nin unutulmaz oyuncularından olan Ryszard Cieslak’ın ustalığındaki önemli etkenlerden biri, inanılmaz iç enerjisini kusursuzlaşmış bir beden diliyle birleştirmesinin yanı sıra Doğulu nefes tekniklerine de egemenliğiydi. Avrupa’nın çeşitli kentlerinde atölye çalışmaları da düzenleyen Cieslak’ın Roma’da yönettiği workshop’ta ilginç bir olay yaşanmıştı: Meşhur aktör biraz içkili geldiği çalışma salonunda kendisini bekleyenlere şöyle bir göz attıktan sonra, bir kenara oturmuş ve “Haydi bir şeyler yapın” demişti. Oyuncular o güne dek öğrendikleri tekniklerle ısınmaya başladılar. Cieslak bir süre bekledi, sonra tekrar “bir şeyler yapın” dedi. Pek bir şey anlamamışlardı ama ısınmaya devam ettiler. Cieslak bir an durdu ve oyuncuların arasına girerek yalvarırcasına “yeni bir şeyler yapın” dedi. Oyuncular bozulmuşlardı, itirazlar yükseldi: “Ne demek istiyorsun? Biraz açıkla.” Cieslak bir nefes aldı, sonra birdenbire olduğu yerde 360 derece dönüp tam karşısına gelen kız oyuncuya bir tokat attı. Kızcağız öyle sinirlendi ki tokadı aynen Cieslak’a iade etti. Cieslak güldü: “İşte şimdi yeni bir şey yaptın!” Bence yenilik, grotesk bir şiddet gösterisi değil, fiziksel temasın getirdiği sahnesel sahicilikti.

‘AL SANA KONTAK!’

Benzer bir “temas” olayına 1982’de Berlin’de tanık olmuştum. Halk Oyuncuları Peter Stein tarafından Schaubühne’ye davet edilmişti. Tuncel Kurtiz, Nâzım Hikmet’in “Ferhad ile Şirin”ini sahneye koyuyordu. Tiyatronun yanı başında “Ciao” diye bir İtalyan restoranı vardı, prova aralarında orada buluşur sohbet ederdik. Schaubühne’de Peter Simonischek diye çok iyi bir aktör vardı. Ciao’da gelip Kurtiz’in yanına oturdu, “Tuncel siz Türk oyuncular sahnede aranızda çok iyi kontak kuruyorsunuz, nasıl yapıyorsunuz bunu?” dedi. “Kontak mı dedin Peter?” diye sordu Tuncel Kurtiz. “Bak şöyle” dedi ve koca adamı iki eliyle ensesinden tutup ani bir hareketle kafa tokuşturdu. Peter şaşkınlıktan yere düşecekti az daha: “İşte Peter, al sana kontak!” dedi. 

Bu da bir önceki olay gibi, şakayla karışık bir fiziksel temas ve sahicilik hikâyesiydi aslında.

DOĞULU VE BATILI OYUNCULAR

1992’de, Galler’in Cardiff şehrinde, Eugenio Barba’nın yönettiği “Doğu ve Batı Performansları” başlıklı atölye çalışmasına katıldım. Atölyenin hedefi, Barba’nın “ön ifade hali” (pre-expressivity) olarak tanımladığı sahnesel varoluşun, Doğu ve Batı geleneklerindeki farklı kodlamalarını ortaya çıkarmaktı. Büyük bir salonda Hint Odissi dansçıları, Bali dansçıları, Japon Kabuki Tiyatrosu oyuncuları ve Odin Teatret oyuncularından oluşan Doğu-Batı karması grubu izliyorduk. Oynayacakları senaryoları beşer kişilik gruplar halinde biz katılımcılar hazırlamıştık. Çalışma başladı ve birden sahnede inanılmaz bir zıtlık belirdi. Batılı oyuncuların (üstelik Odin Teatret oyuncuları) psikolojizmi, Doğulu geleneksel sanatçıların gücünü beden dilinden ve “ön ifade” halinden alan sahnesel sahicilikleri yanında bir anda marjinalleşmiş, neredeyse gündelik alan sınırları içine itilip çekim ve varoluş gücünü yitirmişti.

Tiyatroda yeniyi aramakta önemli kaynaklardan biri, sahnesel sahiciliği yakalayacak beden dilini “sahici gelenekler kırkambarı”ndan da beslenerek, gündelik dışı bir alanda yeniden üretmek olabilir. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024
Toplumsal çürüme 21 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları