Ayşe Emel Mesci

Tiyatro sığınabildiğim son liman... (22.12.2014)

22 Aralık 2014 Pazartesi

Geçen sezon 16 ödül kazanan İzmir Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenen ‘Son Çığlık’ bu sezon nedense oynatılmıyor

¦Tiyatro sığınabildiğim, kendimi ifade edebildiğim, yaratabildiğim bir son sığınak haline geldi benim için, saldırıya karşı direndiğim son liman. Ama şimdi bu son limanı da elimizden almaya çalışıyorlar.
Hayallerimizi, üretimimizi, tarihlerimizi yıkıp AVM yapmak istiyorlar. Evet, aslında yıkılan, istimlak edilen kent dokuları, yeşil alanlar, tarihi yapılar, kültürel miras veya doğal miras kapsamına giren yerler değil sadece; ruhumuzu istimlak ediyorlar. Yerine içi boş cam saraylar dikiyorlar.

 

Giden yıla biraz erken bir veda oluyor, biliyorum ama “Çağrışımlar” köşesinin bu yılki son yazısı bu. Çok uzun zamandır ilk defa yeni yıla içimde fazla umut olmadan giriyorum; sadece çalışmak, sanatımda, tiyatroda üretim yapmak, yaratıcı ekibimle, oyuncularımla, gençlerle bir arada üretmek bu karanlık tablonun dışına çıkarıyor beni. Yoksa gecenin camlardan aşağı, kapıların altından içeri aktığını hissediyorum sürekli… Tiyatro sığınabildiğim son liman…

Sırça saraylar
2013 yılının Ağustos ayı ile 2014 yılının 29 Ekim’i arasında dört oyun koymuşum sahneye: İzmir Devlet Tiyatrosu’nda “Son Çığlık” (geçen sezon toplam 16 ödül kazanan oyun bu sezon nedense oynatılmıyor); Ankara Devlet Tiyatrosu’nda “Bernarda Alba’nın Evi”; İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda “Hamlet Makinesi” ve İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda “Kerbela.” Bu normal bir tempo değil, gayet iyi biliyorum. Ama söyledim ya, tiyatro sığınabildiğim, kendimi ifade edebildiğim, yaratabildiğim bir son sığınak haline geldi benim için, saldırıya karşı direndiğim son liman. Ama şimdi bu son limanı da elimizden almaya çalışıyorlar. Hayallerimizi, üretimimizi, tarihlerimizi yıkıp AVM yapmak istiyorlar. Evet, aslında yıkılan, istimlak edilen kent dokuları, yeşil alanlar, tarihi yapılar, kültürel miras veya doğal miras kapsamına giren yerler değil sadece; ruhumuzu istimlak ediyorlar. Yerine içi boş cam saraylar dikiyorlar. Bir Sabahattin Ali öyküsünün başlığıyla söyleyecek olursam, o “sırça saraylar”ın içleri öylesine boş ki parmağınızı bile dokundurunca davul gibi ses veriyor. Bu nedenle davulun gümbürtüsüne aldanmamak gerektiğini biliyorum ama yine de yeni bir yıla girerken içimde fazla umut besleyemiyorum. Sorun suyun bu yakasında gibi geliyor çünkü bana, Klaus Mann’ın “Mefisto” romanındaki Hendrik Höfgen karakterini giderek daha sık anıyorum.

Aforizmalar
Yılın bu son yazısını, içimi acıtsalar da benim için büyük değer taşıyan bazı sözleri öylesine arka arkaya dizerek noktalamak istiyorum.
Siz tutucular, sanat alanında su başlarını tutmuşsunuz bir kere, kendi dışınızdakilere yaşama hakkı tanımıyorsunuz. Sadece kendi yaptıklarınızı kurala uygun ve gerçek sayıyorsunuz. Sanatçı saymıyorum sizi” (Treplev, Martı, A. Çehov).
Tiyatroda sanatçının ödediği bedel kendi kanıdır.” (Vsevolod Meyerhold).
“Eğer Sovyet hükümeti tamamen yetersiz bir komiteye, bir dehaya karşı böyle davranma yetkisini tanımışsa, Sovyetler hakkındaki düşüncelerimizi yeniden gözden geçirmemiz gerekir. Ama hiçbir hükümetin hiçbir zaman bu derece büyük aptallıklar yapmadığını çok iyi biliyorum. Bu işler, kendilerini yok edecek avcı kedilerin bulunmadığı yerlerde kaynaşıp duran farelerin başının altından çıkıyor...” (Gordon Craig, Meyerhold’u savunmak için Times dergisine yazdığı açık mektuptan).
“Bugün memleketi baştan başa saran bir tiyatro sevgisi var. Hatırlıyor musun, sana ben bu memleket tiyatrolarından ilk defa bahsettiğim zaman nasıl gözlerin parlamıştı da: ‘Güzel, çok güzel, fakat gerçekleşmesi güç bir hayal’ demiştin! (...) Reşat sevin, hayaller gerçekleşti, Namık Kemal’e, Abdülhak Hamit’e haber ilet, Fehim Efendi’ye, Muvahhit’e, Hazım’a söyle: Boşu boşuna çalışmadılar, maksatsız ölmediler, yarın Akif Bey Kars’ta, Fitnen Van’da oynayacak!.. Yarın... Yarın...” (Muhsin Ertuğrul’un Reşat Nuri Güntekin’e ölümünden sonra yazdığı mektup, 1956)
“Geçmişin ya da daha çok kişinin çağdaş deneyimini önceki kuşakların deneyimine bağlayan toplumsal mekanizmaların yok olması, geç 20. yüzyılın en karakteristik ve ürkütücü fenomenlerinden biridir. Yüzyılın sonunda çoğu genç erkek ve kadın, içinde yaşadıkları zamanın geçmişiyle her türlü organik ilişkiden yoksun, bir tür sürekli şimdiki zaman içinde yetişti.” (Eric Hobsbawm, Kısa 20. Yüzyıl 1914- 1991, Aşırılıklar Çağı).
“Başka bir dünya yaratmamız gerek; çünkü biliyoruz ki öyle bir olanak var. O başka dünyayı kendi ellerimizle, kendi sahnemizde, kendi yaşantımızda yaratmak bize düşüyor” (Augusto Boal, 27 Mart 2009).
“Tiyatro, yetiş imdadıma!/Uyuyorum. Uyandır beni/Karanlıkta kayboldum, yol göster bana ya da bir ışık yak […] Zayıfım,/Dostluğun ışığını yak/ Körüm, bütün/Işıkları bir araya topla/ Çirkinliğin '62oyunduruğu altındayım,/ Galip getir güzelliği/Nefretle kuşatıldım,/ Sevginin tüm gücünü ver bana” (Ariane Mnouchkine, 27 Mart 2005).  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024
Toplumsal çürüme 21 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları