Ayşe Emel Mesci

Rejim muhalifleri

20 Şubat 2017 Pazartesi

“Bu ülkenin şimdiki zamanında işini ciddiye alan her gazeteci, köşe yazarının eninde sonunda varacağı nokta, muhalif olmaktır.”
Kadri Gürsel, “Cumhuriyet” gazetesindeki 10 Mayıs 2016 tarihli ilk yazısına bu cümleyle başlamış. Bunun öncesinde, 20 Temmuz 2015’teki Suruç katliamından sonra kişisel tweet hesabından AKP’nin Suriye politikasını suçlayan mesajlar atınca, yaklaşık on beş yıldır çalıştığı “Milliyet” gazetesindeki görevine “yaptığı yorumların gazetecilik etik kurallarıyla bağdaşmadığı” gerekçesiyle son verilmişti (karş. kişisel tweet’inde “Hayır” vereceğini açıkladığı için İrfan Değirmenci’nin işine son veren Doğan Grubu’nun “gerekçesi”).
Gürsel de “Cumhuriyet”te kaleme aldığı ilk yazıda niçin “rejim muhalifi” olduğunu şöyle özetliyordu: “Ne hazindir ki Türkiye’de demokrasiyi, Cumhuriyeti, laikliği, insan haklarını, bireysel hak ve özgürlükleri, kadın erkek eşitliğini ve bilimsel düşünceyi yüceltmek, kişiyi bir rejim muhalifi yapmaktadır.”
Kadri Gürsel bu satırları yazdıktan sadece beş buçuk ay sonra, 31 Ekim 2016’da gazetemize düzenlenen operasyon kapsamında diğer 9 arkadaşımızla birlikte tutuklandı (sonradan eklenen Ahmet Şık ile birlikte sayıları 11’i buldu) ve bugün itibarıyla tam 113 gündür özgürlüklerinden yoksunlar. Niçin? Muhalif oldukları için!
İşini ciddiye almak
Mesleğini ciddiye alan sanatçı da tıpkı gazeteci gibi muhalif bir noktada durur. Bunun şu veya bu ülkede olmakla da çok ilgisi yoktur aslında. Yaratıcı sanat ve gerçek anlamda gazetecilik işin tabiatı gereği sorgulayıcı ve eleştirel olduğu, çağı üzerine düşünmekten kaçınmadığı için bizdeki emsaller gibi iktidarla ruh yapışığı olmaz, mesafesini korur. Zaten demokratik ülkelerde de sanat kurumlarına “parasını ben veriyorum, o halde beni eleştiremez” gibi milletin vergileri üzerinden efelenmeler yapılmadığı gibi, gazete patronlarına da hoşa gitmeyen gazeteciler için “parasını sen veriyorsun, ya yazdırma ya at” gibi veciz cümleler sarf edilmez. Tam tersine, patronlar iktidar karşısında böyle eğilip bükülmezler, iktidarlar da böyle şeyler söylemeyi -en azından şimdilik!-akıllarından geçirmezler, çünkü hem demokratik kriterler toplumsal ölçekte içselleştirilmiştir, hem de eleştiri kanallarının açık kalmasının sistem açısından hayati bir önem taşıdığı, aslında rejimi muhalefetin var ettiği bilinir. Ama bunun için ortada rejimi korumak gibi bir kaygının bulunması gerekir.
Oysa bizim ülkemizde demokrasiyi, cumhuriyeti, laikliği, insan haklarını savunmak ne yazık ki kişiyi rejim muhalifi yapmaktadır. Bu başlıkların hepsi halihazırda anayasa güvencesi altındadır. Onları savunmak aslında mevcut sistemi iyileştirerek savunmak anlamına gelmektedir. Ama Akın Atalay, Murat Sabuncu, Kadri Gürsel, Güray Öz, Hakan Kara, Ahmet Şık, Turhan Günay, Musa Kart, Önder Çelik, Bülent Utku, M. Kemal Güngör zaten bugünün kâğıt üstündeki, anayasa ve yasaların lafzındaki rejiminden çok, dayatılan fiili rejime, referandumla artık anayasallaştırılmak istenen rejime muhalefet ettikleri için içeridedirler. Ben ilk mahkemede serbest bırakılacaklarına inanıyorum, çünkü hukuk bizde bile ve her şeye rağmen geleceğe dönük yargılamayı, henüz kurulmamış bir düzene muhalefeti yargılamayı kaldırmaz (iddianamedeki maddeler görünürde bununla alakalı olmasa bile, arkadaşlarımızın görünür iddianame yüzünden değil, “tek adam rejimine muhalif” oldukları için içeri atıldıklarını biliyoruz).
O rejim kurulur, o düzen anayasal hale gelirse o zaman “rejim muhalifleri”nin hali nice olur, tabii o ayrı bir konu...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024
Toplumsal çürüme 21 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları