Ayşe Emel Mesci

Orası 1 Mayıs Alanı

01 Mayıs 2017 Pazartesi

Romalılar ayların, mevsimlerin, yılların ilk günlerine çok önem verirlerdi. O gün nasıl olursa, başlattığı dönemin de öyle geçeceğine inanırlardı. Acaba 1 Mayıs 1977 için de aynı şey düşünülebilir mi?

Mayısın ilk günü
Mayıs aylarını severim ben. Erik ve elma ağaçlarının ardından, çiçek açma sırası ayva ağaçlarına gelmiştir. Nisanda en umulmadık yerlerden bir renk cümbüşü gibi kendini gösteriveren erguvanlar artık solmaya başlamış, ama onların yerini ağaçlarda olgunlaşan çeşitli meyveler almıştır. Mayıs, toprağa düşmüş tohumların meyveye yürümeye başladığı dönemdir.
Tam kırk yıl önceydi. Barbaros Bulvarı’nda toplanan kortejin başı sonu görünmüyordu. Taksim meydanına yürüyecek diğer kortej ise Saraçhane’den gelecekti. Sonra yürüyüş başladı. O büyük insan kalabalığı tek bir gövde gibi dalgalanarak yokuş aşağı ilerledi. TİSAN (Tiyatro Sanatçıları Derneği) kortejindeydim. 1 Mayıs öncesinde çeşitli sol örgütler arasındaki restleşmelerin, “...tırtmayacağız”, “...tirtmeyeceğiz” tehditlerinin yarattığı bir gerginlik vardı belki, ama öyle bir insan denizi kalkmış yürüyordu ki bir müddet sonra gerginlik duygusu yersizleşiyor, bütün o tartışmalar önemini yitiriyordu. Mahşeri derler ya, öyle bir kalabalık vardı. O zamanki adıyla Dolmabahçe Stadı’nın yanından Gümüşsuyu’na yöneldik. Ne önümüzdeki yürüyüş kolunun başını, ne de Dolmabahçe Sarayı’ndan Beşiktaş’a doğru uzanan ağaçlıklı yoldaki sonunu görmek mümkündü. İnsanların yüzüne gerilim izlerinden çok, mevcut düzene alternatif bir alan açabilmenin coşkusu, “ben de varım” diyebilmenin sevinci yansıyordu. Mayıs ayında çiçekten meyveye yürüyen ağaçlar gibiydik.
En fazla üç dört saat sonra Intercontinental Oteli’nden (bugünkü “The” Marmara) ve Sular İdaresi’nden üzerine yağacak kurşunlardan, polis panzerlerinin altında çiğnenecek kadınlardan, Kazancı yokuşunun başında üst üste yığılıp dehşet tabloları oluşturacak ölülerden habersiz coşkulu bir kalabalık halinde Taksim’e doğru çıkıyorduk.

Bir ruh hali
Ama ben size o üç dört saat sonrasını anlatmayacağım. O acıyı, o dehşeti, hem düzenin güçlerine hem sol içindeki bölünmelere karşı o anda duyduğum hıncı, çaresizliği sözcüklere dökmeye çalışmayacağım. Yıllar sonra “Solun büyük yalanı, 1 Mayıs 1977’yi derin devlet değil solcular yaptı” gibi saçmalıklarla “sahne almaya” çalışan akademik kalleşliklerden de söz etmeyeceğim. O meydanda üstünden vızır vızır geçen kurşunlardan korunmak için yere yapışmış yüz binler gibi ben de gayet iyi biliyorum, tanıyorum bu kalleşliği...
Beni bugün, tam 40 yıl sonra, Gümüşsuyu’ndan yukarı yürüyüp Taksim’e girdiğimizde karşılaştığım, aniden soluğumu kesen görüntü ve meydanı kaplayan ruh hali ilgilendiriyor.
Bütün meydanı ama hıncahınç dolduran bir kalabalık ve inanılmaz bir “tasvir” ormanı. Bir orman gibi, Macbeth’in finalindeki “Birnam ormanı” gibi dalgalanan insan yüzleri ve ellerinde taşıdıkları resimler ormanı...
Bütün bölünmüşlüklerin üzerine çıkan o paylaşma ve “ben de varım” deme, tarihi yapma duygusu...
O gün, 1 Mayıs 1977’de Taksim meydanını dolduran mahşeri kalabalık böyle bir duyguyu paylaştı. Ve o ruh hali de, en az o kanlı katliam kadar, tarihte yerini aldı. İlk günlere büyük önem veren Romalıların gözüyle bakacak olursak, acaba Mayısın o ilk gününe, 1 Mayıs 1977’ye anlam olarak katliam tınısını mı, yoksa o dalgalanan insan ormanı duygusunu mu yüklemek gerekir?
Cevap ne olursa olsun şu gerçek değişmeyecek: Orası o günden sonra 1 Mayıs Alanı oldu.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024
Toplumsal çürüme 21 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları