Ayşe Emel Mesci

Kuğu Gölü balesi

17 Mart 2014 Pazartesi

1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 27. maddesinde şöyle deniyor: “Herkesin yarattığı her türlü bilim, edebiyat veya sanat eserinden doğan manevi ve maddi yararlarının korunmasını isteme hakkı vardır.”
Evrensel ölçekte bir insan hakkı olarak kabul edilmiş “fikirsel emek ürünleri”nden kaynaklanan telif haklarına ülkemizde ne denli saygı gösterilip gösterilmediği uzun yıllardır tartışılan bir konu. Tartışma daha çok yazılı eserler üzerinden yürüyor, ama özellikle sahne sanatları söz konusu olduğunda yaratıcı sürecin başka boyutlarının da telif hakları kapsamında değerlendirilmek zorunda olduğunu düşünüyorum.
Aslında, telif hakları konusunun sahne sanatları alanında nasıl işlediğini veya işlemesi gerektiğini somut örnekler üzerinden tartışmakta yarar olabilir.

İlk sahnelenmeler
Bugün bu konuda son derece ilginç bir örnek olan “Kuğu Gölü” balesini ele almak istiyorum. “Kuğu Gölü dünya bale tarihinin hiç kuşkusuz en çok sahnelenmiş, koreografların ve özellikle baletlerin/ balerinlerin düşlerini en çok süslemiş eserlerinden biri
Piyotr Çaykovski tarafından 1875- 76 yıllarında bestelenen Kuğu Gölü”nün prömiyeri 1877’de Moskova’da Bolşoy’da yapılmış. Bu ilk sahnelemenin koreografı Julius Reisinger. Daha sonra, 1895 yılında Marius Petipa ve Lev İvanov tarafından yeniden düzenlenen balenin bu yeni halinin prömiyeri, 15 Ocak 1895’te Petersburg’daki Mariinski Tiyatrosu’nda Çarlık Balesi tarafından sergilenmiş. Tüm dünyada ün kazanan ve koreografisi temel alınan versiyon da zaten bu olmuş.

Libretto...
Balenin librettosunun ise ilginç bir öyküsü var. Bugün “Kuğu Gölü” librettosunun yazarları olarak genelde Vladimir Petroviç Begiçev ve Vasili Geltser isimlerine yer verilse de, Moskova Çarlık Balesi baletlerinden olan Geltser’in olsa olsa orijinal nüshayı kopya ettiği notunu düşenler de var. Yani bu ilk üretim süreciyle ilgili çok sınırlı sayıda belge bulunduğu için Geltser’in kopya ettiği ve üzerine adını kaydettiği nüsha belki de onun çok sonraları librettonun iki yazarından birisi olma noktasına terfi etmesini sağlamış olabilir. Librettonun asıl sahibinin, bale çalışılmaya devam ederken librettoyu hazırlayan Moskova Çarlık Tiyatroları’nın genel müdürü Begiçev olma ihtimali daha büyük gibi görünüyor.

Kuğu Gölü’ne libretto yazmak
Her ne olursa olsun, dünyadaki farklı Kuğu Gölü” prodüksiyonları afişlerinde bu isimlere yer veriyorlar. En ilginci şu tabii: Özgün librettonun çok dışına çıkan, farklı bir öykü kurgulayan bale prodüksiyonlarında bile hiç kimse yeni bir libretto sahipliği iddiasına kalkışmamış. Örneğin 1976’da John Neumeier Hamburg Ballet’de tanınmış koreograf John Neumeier, “Illusions Like Swann Lake” (Kuğu Gölü Tarzı Hayaller) adını taşıyan bir bale sahneliyor ve “Kuğu Gölü”nün özgün kurgusu ile Bavyera Kralı II. Ludwig’in öyküsünü iç içe geçiriyor. Aslında bu, esere yabancı bir yaklaşım da değil. Çünkü Çaykovski ile aynı dönemde yaşamış olan kimi tanıklar, bestecinin Bavyera Kralı’nın yaşamöyküsüyle çok ilgili olduğunu söylüyorlar. Ama Neumeier’in yaptığı, sonuçta yeni ve özgün bir kurgu ortaya koymak oluyor. Aynı şeyi Graeme Murphy’nin 2002 yılında Avustralya Balesi’nde sahnelediği Kuğu Gölü” versiyonu için de söylemek mümkün. Mekân olarak Buckingham Sarayı’nda geçen bu bale, o sırada Avustralya kamuoyunu çok meşgul eden Prenses Diana’nın öyküsünü bir şekilde özgün kurgunun içine katıyor.
Çok ilginç: Her iki eserde de bu “yeni kurguyu yaratan koreograflar, isimlerinin libretto yazarı olarak da gözükmesi gibi bir beklenti içine girmemişler anlaşılan, çünkü afişlerde öyle bir şey görülmüyor.
Aslında “Kuğu Gölü” balesi, libretto yazarının tam belli olmaması ve halk masallarından güçlü esinler taşıması nedeniyle, telif hakları açısından ilginç bir örnek. İlk sahnelendiğinden bugüne arkasında bıraktığı 137 yıl içinde, öyle kendisine ait bir benlik kazanmış, hem bale/dans dünyası hem de sanatseverler ile öyle bütünleşmiş bir eser söz konusu ki, balenin özgün öyküsüne doğrudan müdahale edenler bile bu öykü üzerinde bir mülkiyet hakkı iddia etmemişler. İlginç değil mi?
Bizdeki durum nedir, onu da ayrıca ele almak gerek kuşkusuz…

> İlk sahnelendiğinden bugüne arkasında bıraktığı 137 yıl içinde öyle kendisine ait bir benlik kazanmış, hem bale/dans dünyası hem de sanatseverler ile öyle bütünleşmiş bir eser söz konusu ki, balenin özgün öyküsüne doğrudan müdahale edenler bile bu öykü üzerinde bir mülkiyet hakkı iddia etmemişler.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024
Toplumsal çürüme 21 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları