Ayşe Emel Mesci

İnönü Sahnesi’nde canlanan anılar

17 Ağustos 2020 Pazartesi

Yıl 1968’di. Bir yandan konservatuvarın bale ve tiyatro bölümlerinde okuyor, diğer yandan da Dormen Tiyatrosu’nda çalışıyordum. O sırada oynadığım oyunlardan biri de Altan Erbulak’ın sahneye koyduğu “Eski Çamlar Bardak Oldu”ydu. Bill Naughton’un eserini Melih ve Gündüz Vassaf Türkçeye uyarlamıştı. Oyunda babayı Cahit Irgat, anneyi Göksel Kortay oynuyordu. Ailenin iki kızını Tülin Oral ve ben, iki oğlunu ise Ali Poyrazoğlu ile Hadi Çaman canlandırıyordu. Kerem Yılmazer damat adayı, Belkıs Bener ise komşu kadın rolündeydi...

Bizim kuşak açısından tiyatro “okul”da öğrenilen bir meslek olmanın ötesinde, gerek ödenekli tiyatrolar gerekse 1960’lı yılların altın çağında sayıları çok artmış özel tiyatrolar sayesinde sahnede, ustaların yanında doğrudan çalışarak sırrına erilen bir sanattı. Kenterler, Dormen Tiyatrosu, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu... Liste böyle uzayıp giderdi.

Dormen Tiyatrosu da benim için ikinci bir okul olmuştu.

İzmir Fuarı

O dönemde yazın İzmir Fuarı’na turneye gidilirdi. O sırada fuar gerçek bir çekim merkeziydi. Çeşitli ülkelerin gelip pavyonlarında ürünlerini sergilemelerinin, büyük ziyaretçi kalabalığının yanı sıra eğlence ve sanat dünyası da çeşitli sahnelerde boy gösterirdi.

Biz de 1968 yazında İzmir Fuarı’na 1 aylık turneye gittik. Güzel bir açık hava sahnesi vardı, orada oynuyorduk. Ekibin en genciydim, hatta doğum günüm de turneye denk gelmişti. Altan Ağabey aynı dönemde Mogamba Kulüp’te stand-up tarzı bir gösteri yapıyordu, bütün ekip oraya gidip doğum günümü kutlamıştık. Masaya getirdikleri pastanın üstünde “Elma” yazıyordu. Halit Kıvanç’ın bana taktığı isimdi bu.

Her şey sadece neşe ve eğlenceden ibaret değildi tabii ki... O açık hava tiyatrosu kulisinin kadınlar bölümünde nasıl hüngür hüngür ağladığımı hatırlarım. Usta-çırak ilişkisinin ağır bastığı bir gelenekte, ekibin en genci olmak bazen ustaların azarlarına katlanmak mânâsına da gelebilir. İzmir’de hem fuarın tadını çıkarmış hem de biraz acı çekmiştim, hatırlıyorum.

Kulisler değişmemiş

Bütün bu anılar nereden üşüştü aklıma? Çok basit bir nedeni var: Her gün o kulislerde dolaşıyorum. Bunu bir metafor olarak söylemiyorum. O dönemin açık hava sahnesinin üzeri kapatılıp İnönü Sahnesi olmuş, ama bunun dışında kulislerine, odalarına dokunulmamış.

Şu anda İnönü Sahnesi’nde İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Gençlik Sahnesi’nin gencecik oyuncularıyla birlikte Nâzım Hikmet’in “Kuvayi Milliye Destanı”nı sahneye koyduğum için vaktimin önemli bir kısmı o sahnede, o kulislerde, o soyunma odalarında geçiyor. Geçmişle bugün iç içe giriyor.

Yönetmen koltuğumdan sahnedeki gençlere seslenirken, kendi 18 yaşımı da görüyorum bazen onların arasında. Jean Jaurès’in sözü geliyor aklıma: Nehir denize akmaya devam ettiği müddetçe kaynağına sadık kalır. Ustalarım, beni nehre bırakanlar uzaklardan bir yerlerden el sallıyorlar. Ben de bildiklerimi kendi öğrencilerime, genç oyuncularıma aktarmaya çalışıyorum. Ama sevgiyle, incitmeden... Denize doğru akmaya devam ediyoruz hep birlikte...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024
Toplumsal çürüme 21 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları