Aydın Engin

Marmara Adası’dır, Güzdür, Eylüldür, Hüzündür…

14 Eylül 2014 Pazar

Dur Aydın Engin.
Soluklan; bir mola ver.
Günlerdir NATO zirvesidir, IŞİD belasıdır, CHP kurultayıdır, 6 Ok’tur, medyadaki yaprak dökümüdür, çok şey bilen, çok şeye tanık olmuş eski ABD Büyükelçisi Ricciardone’nin yenmez yutulmaz açıklamalarıdır, torba yasa denen kepazelikler zinciridir, White Haus’a özenip “Ak Saray” yaptırıp içinde oturma görgüsüzlüğüdür…
Yeteeeeeeer!..
Ve için kanar.
32. kattan yere çakılan 10 işçi içini kanatır.
Yeni getirilen yasal güvenlik önlemleri “kanlı kârı” azaltacağı için ocağın kapısına kilit vurup 4.500 kömür işçisini açlıkla sınayan, “iş mi, ölüm mü” ikilemi içine hapseden vahşi kapitalizm içini kanatır…
Boğulur gibisin…
Dur. Soluklan. Bir mola ver…

***

Marmara Adası’dır. Güzdür, eylüldür, hüzündür…
Yazlıkçılar çoktan gitti. Geride şaşkın, çaresiz kediler ve köpekler kaldı. Algarna çekip limana dönen motorlardan balık kapmayı iyi bilen Ada kedilerinin hünerinden nasipsiz şaşkın ve çaresiz…
Göçmen kuşlar da çoktan gitti. Geriye karabataklar, martılar ve kadim dostum “hırsız saksağan” ve arkadaşları kaldı.
Dolunay da birkaç gün önce gitti. Girit’ten göç ettikleri günleri bile bulanık da olsa hatırlayan çok ama çok yaşlı adam birkaç diş kalmış ağzını kocaman açarak keyifle gülüyor, “Ay ayakta kaptan yatakta, ay yatakta, kaptan ayakta…
Kaptan da yatabilir oysa. Bak, deniz minik kırışıklarında binbir ışık oyunu ile önünde uzanıyor. Tembel dalgalar eylülün utangaç güneşinde kıyıyı öpüyor.
Kıyıya insem; çocukluğumdaki gibi taş sektirmece oynasam… Düşgücümü işe koşup, çocukluk arkadaşım, kendi deyimiyle “aşırı GöztepeliTan ile taş sektirmece yarışına girişsem. “Benim dört sekti… Oh-hooo oğlum, bak benimki beş sekecek”…
Bana gülerler mi acaba? “Şu yaşlı gazeteciye bak, kıyıya inmiş, çocuk olmuş da taş sektirmece oynuyor” filan derler mi?
Gece olup karanlık çökünce, bilgisayarın kapağını kapatsam. Dolunaysız gecede elini uzatsam, tutacağım kadar yakınına gelmiş yıldızlara baksam. Yıldız görünmez kentlerde yaşayanlara acıyıp, bu sakin, bu alabildiğine sessiz Ada’da gökyüzünde yıldızlar arasam.
Ödemişli Adalet Hanım’ın küçücük oğluna öğrettiği gibi Kutup Yıldızı’nı arayıp bulsam. “Bak şurda yedi yıldız var, görüyor musun? Hani tersine kapanmış cezve gibi sıralanmış yedi yıldız… Hayır, biraz daha yukarıya bak… Gördün mü? Tamam işte… Şimdi o ters cezvenin son iki yıldızının aralığına iyice bak. Gözünle ölç. Onların aralığını yukarıya doğru beş defa tekrarla. O belli belirsiz yıldızı gördün mü? İşte o Kutup Yıldızıdır. Yolunu şaşırana, balıkçıya, çobana yolunu gösterir… Neden mi? Çünkü o hiç değişmeden hep kuzeyi gösterir. Kuzey mi? Bak, yüzünü güneşin doğduğu yöne çevir. Sırtın batı; sağın güney. Solunda ne var? Bozdağ’la Keldağ. Orası kuzeydir işte… Haydi, şimdi Kutup Yıldızı’na el sallayalım, sonra tumba yatak…
Anne, içim kanıyor. Boğuntu bütün ülkeyi ve beni kuşattı.

***

Marmara Adası’dır demiştim değil mi?
Eylüldür demiştim değil mi?
Sonra eklemiştim: Hüzündür…
Bu gece Kutup Yıldızı’na el sallayacağım.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

25 ay 13 gün sonra 16 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları