Ataol Behramoğlu
Ataol Behramoğlu ataolbehramoglu@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Orta Avrupa turundan selamlar-2

13 Mart 2024 Çarşamba

“Aşk İki Kişiliktir” adlı kitabımda “Attila Jozef’in Şehrine Bir Köprüden Tuna’ya Bakmak” başlıklı uzunca bir şiirim vardır. Altındaki yazılış tarihi Aralık 1993-Mayıs 1994 olduğuna göre ilk dizeler demek ki 31 yıl önce yazılmış. Bir günlük bir serüvenin, Macarların en seçkin şairlerinden Attila Jozsef’in şehrinde, yani Budapeşte’de bir köprüden Tuna’ya bakmak için Viyana Batı Garı’nda trene binme öncesindeki günlerden birinde...

31 yıl sonra bir kez daha Viyana’da Stephan Alanı’ndayım. 1147 yılında inşa edilmiş (Herhalde edilmeye başlanmış!) muazzam katedralin adını taşıyan meydan. Yüksekliği 107 metreymiş! Tuhaf şey, fakat bana bu kez nedense o kadar da uzun görünmedi. Her şeyin biraz da görece olduğunun bir kanıtı mı?

Yıllar önceki ilk yolculukta katedralin karşısındaki bir kafenin camlı üst katında oturuyorum. Pembe yanaklı, tombulca bir genç kız olan garsona, herhalde İngilizce ve herhalde laf olsun diye, katedralin ne zaman yapıldığını bilip bilmediğini sorasım tuttu. Utanarak bilmediğini söyledi. Bu kez ben hatamı gidermek ve kızcağızı utançtan kurtarmak için “Herhalde sen doğmadan öncedir” dedim. Heyecanla “Eveeett.” deyişi gözlerimin önündedir.

Yıllar sonraki akşam üstü Stephan Alanı’nda gezinirken ayaklarım beni alana açılan küçük sokaklardan birine yönlendirdi.

Yorulduğu için alandaki turistik açık hava kahvelerinden birine oturuvermek isteyen eşimi de kendimle sürükleyerek.

Zaten, bilmediğim, ilk kez gittiğim şehirlerde, ara sokaklar, beni büyük caddelerden, meydanlardan daha çok kendine çeker.

Çünkü şehirlerin yaşamı daha çok ara sokaklarda nefes alır.

Viyana’da, sözünü ettiğim ara sokakta, daha birkaç adım sonra, “Cafe Havelka” tabelasını okuyunca gözlerime gerçekten inanamadım.

Attila Jozsef şiirimden, ilk şiirin giriş dizelerinden okuyalım:

“...Cafe Havelka’da Musevi garson/ Ismarladığım limonlu çayı getirdi/ Bir gün önceki Le Monde’a bakıyorum”

Kahveye girdik. Meydandaki turistik mekânlarla ilgisi olmayan, küçük, kucaklayıcı bir ortama düşüverdik. Bu kez limonlu çay değil “aperol”lerimizi yudumlayarak oturduğumuz küçük masanın yakınından geçen ressam kılıklı (sakallı, silindir şapkalı) genç adamla başlarımız ve gözlerimizle hafifçe selamlaşırken aklımdan “Daha önceki gelişimde karşılaşmış olabilir miyiz!” düşüncesi geçmedi değil!

Daha da ilginci, yakınımızdaki bir başka masada, şunca yıl sonra, aralarında Le Monde’un da olduğu gazeteler durmaktaydı.

Yine bir göz atmak için elime aldığım Le Monde, yine bir gün öncenin tarihini taşıyordu.

Yukarıda alıntıladığım dizeler yıllar öncesindeki “Le Monde”un haberiyle şöyle devam eder:

“Noel Baba bu yıl Bosna’ya uğramayacak./ On yıldır savaşlar/ Bir buçuk milyondan çok çocuk öldürdü/ Ve beş milyonu sakatlandı/ Göçe zorlandı beş milyonu/ Ve on iki milyon çocuk yersiz yurtsuz kaldı...”

Bu kez, bir gün önceki Le Monde’un haber başlıklarında Gazze vardı.

***

Viyana öncesinde Budapeşte, bana yıllar öncekinden daha büyüleyici geldi.

O zaman belki şehirden daha çok şiire kilitlenmiştim.

Bu kez, gece tekne gezintisinde, efsanevi Tuna’nın iki yanından akan Budapeşte, yüz yıllardır yerlerinde pırıl pırıl duran saraylarıyla, tarihsel yapılarıyla bir masal şehri gibiydi...

Bratislava’ya, Viyana’ya, Prag’a giderken yol üstünde uğradığımız küçük ortaçağ şehri “cesky crumlov”, Prag’ın kendisi ve birkaç saatliğine uğradığımız kaplıca kenti “Karlovy Vary” de öyle... “Karlovy Vary” demişken... Kendi ülkesinde Vandalların kesici ve kırıcı aletlerle anıtlarına saldırdığı Atatürk’ün, genç bir generalken tedavi amacıyla gittiği bu şehirde, bir süre kaldığı büyük bir otelin caddeye bakan duvarının tam ortasında, önünde gururla durduğumuz ve her yıl milyonarca insanın gördüğü Çekçe tabelada şunlar yazılıydı:

“Burada 1918 yılında devlet adamı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu KEMAL ATATÜRK kalmıştır.”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları