Topu Topu Kaç Gün ki?

04 Aralık 2011 Pazar

Sevgili,

Yalnız geçen çocukluğumdan bende kalan en belirgin his, sonsuzluk duygusudur.

Bunu hâlâ, elle tutulurcasına somut biçimde ve büyük mutlulukla yaşarım.

Moda Caddesinden Bahariyeye çıkan Bademaltı Sokak 14 numaralı evdeki sonsuzluk yıllarım, olsa olsa 5 yıl sürmüş olmalı.

Okula başlamam ile sona erdi sonsuzluk dönemim.

Hangi var olmayan Havvanın, sanal fitnesiyle, düşsel hangi yasak meyveyi yedim de okul denen yaşamın acı dünyasına düştüm?

Bu muammayı hâlâ çözebilmiş değilim.

Yaşamı sonsuzmuşçasına büyük bir mutluluk ve de tükenmez bir merakla kucakladığım yıllara dönmeme Balbayın bininci tutukluluk günü neden oldu.

Gazeteden anonsu okuyunca yüreğim burkularak mırıldandım kendi kendime:

- Zaten şu hayat dediğin topu topu kaç gün ki, binini de böyle çalmışlar...

***

Bu noktada durup bir zamanlar beni çok tedirgin eden, şu sıralarda da Mustafanın başına musallat olduğunu sandığım bir duygudan söz etmek istiyorum.

12 Eylül döneminde, Barış Derneği Davasında, tıpkı Balbaya bugün yapıldığı gibi, tutuklulukla infaz ediliyorduk. Çok ünlü olmuştuk. Yurtiçinde ve dışında, hep Barışçılardan söz ediliyordu.

Ama bizim durumumuzda başkaları da vardı. Örneğin daha güç koşullardaki İsmail Beşikçi... Çoğunlukla ondan söz edilmiyor, bizlerin adı geçiyordu. Ve bizler de hiçbir kusurumuz olmadığı halde suçluluk duygusu içinde yaşıyorduk.

Mustafa Balbay ile birlikte Silivride tutukluluk yoluyla infaz edilen çok kişi var. Kimileri örneğin, Tuncay Özkan daha da uzun süredir zulmün cenderesi içinde, kimileri bu manevi işkence altında can verdi. Hiçbirinin adı Balbay kadar çok geçmiyor. Ve bu durumdan Mustafa sorumlu değil, sanırım hatta şekvacı.

Balbayı tanırım, çalışmalarıyla, kişiliğiyle zaten kendine yer edinmiş olan bu maratoncu kardeşim, öyle şan şeref, ün peşinde değil. Ama istese de istemese de adı simge olmuş bir kere...

Balbayın bin gününden fazlası, T. Özkanın 1165 küsur gününün tutukluluk yoluyla çalındığı haberini okuduğumda bir kez daha düşündüm, bir zamanlar sonsuz sandığım yaşamın, faniliğinin yanı sıra, dehşet verici kısalığını.

Gerçekten Sevgili, hayat o kadar kısa ki.

Düşünebiliyor musun, uzun yaşamış bir insanın bile 35.000 günü idrak etme olasılığı yüzde bir bile değil.

***

Onun da bir bölümünü insanı demir parmaklık ardına tıkıp çaldıklarında çıldırmak işten değil.

12 Eylülde, benzeri olaydan dolayı kapıldığım isyan duygusundan esinlenerek, bulduğum çare bana çok akıllıca gelmiş, pek hoşuma gitmişti.

Tütünü kestim.

Benim yaşamımdan çalıyorlardı. Ben de sağlığıma daha dikkat edip, daha uzun yaşayarak çalınanları geri almaya çalışıyordum.

Tabii, öyle olup tütün içmediğim dönemin yaşamıma ne kattığını bilmem olanaksız.

Ama yine de bu düşünceye dört elle sarıldım. Hatta bir keresinde beklediğim tahliye gelmeyince, kederle tütüne döndüğümün ikinci gününde, kendimi uyardım:

- Deli misin oğlum, gâvura kızıp oruç bozma! Tüttürmen içeri tıkanların işine yarar.

Hemen pipoyu söndürmüş, önce bu hareketimi çok akıllı bularak kendimi kutlamış, sonra da içeri tıkılmış halimde bilgelik aramamdaki saflığa bol bol gülmüştüm.

Hapisliğin bir dehşet verici yanı da Sevgili, onu hiçbir zaman tümden içinden atamaman. Rüyalarında veya günün herhangi bir anında, herhangi bir yerde birden yüreğini bir şeyin sıktığını hissedersin.

Ama sanırım bunu yaşamak için, daha önce hapsedilmiş olmak da gerekmiyor. Şu anda tanıdığımız ya da tanımadığımız birçok kişi daha iyi bir dünyayı özlediklerinden parmaklık ardında yaşıyorlar. Onlar bizim de yerimize yatıyorlar.

Böyle olunca, biz de onlarla birlikte hapisteyiz.

Balbay geçen gün, bininci gününü tamamladı, Tuncay Özkan bin yüz bilmem kaç küsur gününü ikmal etti.

Sen Sevgili, sen kaçıncı gündesin?

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları