Ali Sirmen
Ali Sirmen asirmen@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Elizabeth’in donu

10 Ocak 2016 Pazar

Sevgili,
Pazartesi günü toprağa verdiğimiz yazaravukat, tiyatrocu Yiğit Okur, sanat yaşamına daha lise yıllarında atılmış ve kendini de Haldun Taner’in tilmizi (öğrencisi) ilan etmişti. Yeteneklerin elinden tutmayı görev bilen Hoca da itiraz etmemişti. Yiğit Okur son kitabı “Buralardan Geçerken”de anlatıyor:
“Adını hatırlamadığım bir piyesi seyrediyorduk. Perde aralığında Hoca sordu:
- Siz niye düz yazı denemiyorsunuz?
- Efendim biriktiriyorum, bekliyorum.
- Ya demek bekliyorsunuz. Beklemeye koyulduysanız daha kırk yıl beklersiniz.”
Hoca’nın kehaneti aynen çıkmış, Yiğit Okur kırk yıl aradan sonra yazmaya başlamış ve birbiri ardından gelen 13 kitabından birindeki öykülerle 2003’te Haldun Taner Ödülü’nü kazanmıştı.
Yiğit Okur’un lisede en ünlü şiiri de “Elizabeth’in donu”dur, daha doğrusu çoğu kişi gibi ben de öyle sanırdım.
Olay şöyle: Yiğit Okur 11. sınıfta kimyadan ikmale kalmıştır. Bir arkadaşının defterini almak için yaz tatili sırasında okula gider. Boş olan sınıflardan birinin kara tahtasında “Elizabeth’in donu” diye bir şiir görür. (O günlerde ünlü oyuncu Elizabeth Taylor’un donunun bir hayır müzayedesinde bin dolara satıldığına dair bir haber yayımlanmıştır gazetelerde).

***

Şiir şöyledir:
“Elizabeth’in donu bin dolar
seninkine Kezbanım, pire dolar, bit dolar”
Yiğit şiiri çok beğenmiştir. Hemen Çiçek Pasajı’na koşar, oradaki arkadaşlarına okur.
Herkes kendisini tebrik eder. O her ne kadar ısrarla “Ben yazmadım” dese de kimseyi inandıramaz. Şiir üstüne kalmıştır, ne yapsa ne etse, derdini anlatamaz. Küçük sınıfta bir tıfıl olan ben de yıllarca onu Yiğit Okur’un şiiri sandım. Bütün bunların üstüne bir de “iyi saatte olsunlar”, şiirde komünizm propagandası koklamasınlar mı? Yiğit Okur derdini güç anlatır, yakayı zor sıyırır “Birinci Şube”deki sorgusunda.
Görüyorsun Sevgili, bu memlekette Aziz Nesin’ler tesadüfen çıkmıyor.
Bir de dayım Yavuz Işılay’ın bir Yiğit anısı var. Aktarıyorum:

***

“Bir seferinde 1988’de galiba, Yiğit ve Faruk Süren ile Paris’e gittik. Bir gece hafif çakırkeyif dolaşırken Theatre des Champs Elysee’nin tam boşalma saatinde önünden geçerken bir de baktık ki, başrol oyuncusu Michele Morgan tiyatrodan çıktı, minik bir arabanın direksiyonuna geçti. Malum Paris’te arabalar tampon tampona, yapışık park ettiklerinden, nasıl çıkacak diye merakla bakıyorduk.
Morgan kan ter içinde uğraşırken, hayırsever Yiğit aracın camını tıklatarak, yardım edeceğini söyledi ve ‘avant, arriere, gauche, droite’ diye umutsuzca bir mücadeleye girişti. Araba dar bir alana park edilmişti ve çıkması imkânsız haldeydi. Yiğit yardımı kesmiyordu, ancak Fransızcayı bir yana bırakmış vazife aşkıyla bizim park bekçileri gibi, elini kolunu sallayarak Türkçe sesleniyordu:
‘Sağ yap ablacığım! Hop şimdi sol!... Sol!... Hoop! Biraz ileri yap ablam!..’
Faruk’la ikimiz bu komedi karşısında yerlere yatıyorduk.
Sonunda, önden ya da arkadan bir araba gitti de Morgan hareket edebildi. Hemen arabasından indi, iki yanağından öperek Yiğit’e teşekkür etti.
Aliciğim, seni okuyorsa söyle! Kendisine bir şişe Chateauneuf- du - Pape borcum var. Unutmadım. Gittiğimde ifa edeceğim, hurilerin arasında...”
Yiğit Okur’u çok arayacağız.
Neyse ki, yazar ardından kitaplarını bırakıyor da onlarla yetiniyoruz...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları