Ali Sirmen
Ali Sirmen asirmen@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Çare 30 Ağustos ruhu

30 Ağustos 2016 Salı

Bugün 30 Ağustos. Bakalım, Cumhuriyet’in bütün değerlerini, Türkiye’nin çağdaş kazanımlarını silmek isteyen iktidar, bugün de 30 Ağustos ruhunu unutturmak için yine ne yollara başvuracak?
Oysa 30 Ağustos ile kutlanan yalnız bağımsızlık değil, aynı zamanda varlığın temeli olan bir savaşın zaferiydi ki, onu yadsımak, bizzat toplumun kendisini yadsımak anlamını taşımaktadır.
Evet 30 Ağustos’ta zaferle taçlandırılan savaş yalnız bağımsızlık değil, aynı zamanda toplumun varlığını kazanma süreciydi.
Toplum yabancı işgali ile kendine geliyor, varlığının, kimliğinin bilincine vardıkça, bağımszlığının savaşını adım adım yürütüyordu. Savaş ulusu oluşturuyordu bir yandan yavaş yavaş, ulus da oluştukça bağımsızlığın mücadelesini geliştiriyordu.
Savaş yalnız cephede cereyan etmiyor, aynı zamanda bütün toplumun katılımıyla gelişiyordu.
Diğer kurtuluş savaşlarından en önemli farkı, her şeyin demokratik yöntemlerle yapılmasıydı.
Yönetim toplumun temsilcilerinin elinde, askerler onların emrindeydi.
Her şey ulusal mutabakat çerçevesinde oluşmaktaydı.
Savaşın kaptan köprüsü “Meclis”ti.

***

Bu konuda en ilginç eserlerden birini vermiş olan Bülent Tanör bu süreci “savaş demokrasisi” olarak adlandırıyor, sonra da şu ilginç soruyu soruyordu:
- Nasıl oluyor da, normalde demokrasi üretmeyen hatta çoğu zaman var olanları bile ortadan kaldıran savaş bu defa demokrasiye yol açıyor?
Sorunun yanıtı savaşın niteliğinde yatmaktaydı. Halk başkasının değil, kendi varlığının bağımsızlığının savaşını vermekte, bunun kurum ve kurullarını oluşturmaktaydı. Bu oluşumun toplumsal mutabakat çerçevesinde gerçekleşmesi katılımın yoğunluğunu sağlamaktaydı.
Demek ki, 30 Ağustos, toplumsal mutabakat sonucunda oluşmuş olan bir arada var olmak, bir arada ortak bir geleceğe doğru yönelme iradesinin zaferiydi.
Toplum, belki de tarihinde ilk kez, başka diyarların, başka lisanların, kendisinden değişik kimlikteki insanların değil, bizzat kendisinin savaşını veriyordu.
Osmanlı’nın savaşlarının, (örneğin 93 Harbi diye bilinen 1877 - 78 Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı) faaliyet halindeki Meclislerin kapanmasına yol açmasına karşın, Kurtuluş Savaşı’nın yerel meclislerden başlayıp bölgesele (Erzurum Kongresi) ve oradan ulusala (Sivas Kongresi) ve nihayet TBMM’ye ulaşarak, varlık savaşını demokrasiyle yürütmesindeki hikmet işte bu özelliklerden kaynaklanmaktaydı.
Türkiye 20. yüzyılın başındaki var olup olmama savaşını 30 Ağustos 1922’de zaferle taçlandırdı.

***

Aradan yüzyıla yakın bir zaman geçmiştir. Türkiye yeniden, etnik ve mezhepsel bir parçalanma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Türkiye’nin içinde bulunduğu bölge, yeniden emperyalist paylaşım hesaplarıyla yeni sınırlar oluşturulmaya çalışılmaktadır.
20. yüzyılın ilk çeyreğinde, var olup olmama savaşını demokratik yöntemlerle, toplumsal mutabakat çerçevesinde kazanmış bulunan Türkiye, bu kez ne yapacak, bir kez daha zafere ulaşabilecek mi?
Bu konuda şimdiden bir şey söylemek zor.
Her şeyi zaman gösterecek.
Ama karşı karşıya bulunduğumuz tehditleri göğüsleyip badirelerden zaferle çıkmanın çaresi yeniden 30 Ağustos ruhuna kavuşmaktır.
30 Ağustos ruhu, bütün etnik, dinsel, mezhepsel ayrımları reddeden, sorunlarına ve içinde bulunduğu bölgeye, mezhep ve tarikat gözlüğüyle değil, laik bakışla yaklaşan, sorunlarını demokratik yöntemlerle toplumsal mutabakat çerçevesinde çözmeyi ilke edinen ruhtur.
Yani tam da bugünkü iktidarın unutturmaya, silmeye çalıştığı ruhtur.
Türkiye’nin, 30 Ağustos ruhuna ne derecede sahip çıkabileceği, 21. yüzyıldaki geleceğinin de belirleyicisi olacaktır.
İzin talebi
Değerli okurlarım, kısa bir izin yapmak için izninizi talep ediyorum. On gün sonra görüşmek umuduyla... A. S.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları