Kitabına uydurma siyaseti

20 Kasım 2016 Pazar

Anayasayı kenarından köşesinden çekiştirerek, düzeni değiştirme yönteminden önceki dönemlerden kalma kadim bir deyimimiz var:
“Kitabına uydurmak”.
Kitap?
Yani Kuranıkerim!
Çok şükür artık laikiz!
Sözde şimdi tek kitap anayasa!
Ve ağızlarda da tek sözcük “demokrasi”!
Her türlü dinbazlığın, kişisel, partisel cambazlığın demokrasiye ve elbette anayasaya uydurulması gerek.
Ve ne tuhaftır ki bu türden düzenbazlıklar hep darbelerden sonraya raslatılıyor!
Ülkemiz, hukuken, siyaseten ve iktisaden 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbeleri ile darp edildi. Ardından da hep sansür, baskılar, faili meçhuller geldi. Ve hedefte hep Atatürk ve Atatürkçülük ve bu ikisinin de en köklü, en güçlü temsilcisi Cumhuriyet gazetesi! 
Sansür susturmaktır. Sansürün en kanlı hali ise suikast!.. Çok şükür suikasttan bir önceki “Hapislik” aşamasındayız.

***

Ülkemizde yüzlerce profesör var iken, cinayetlerin hedefinde hep Cumhuriyet’e yazı yazanlar oldu.
Anayasa Profesörü Muammer Aksoy, Cumhuriyet’in düzenli 2. sayfa yazarı olmasaydı acaba yine de öldürülür mü idi?
Ya da Ilahiyat Profesörü Bahriye Üçok?
Peki ya, Siyaset Bilimci Ahmet Taner Kışlalı?
Prof. Kışlalı, Cumhuriyet’in 3. sayfasında köşe yazmasaydı yine de, Uğur Mumcu ile aynı akıbete uğrar ve bedeni aracına konulan bomba ile lime lime edilir miydi?
Hedeftekiler hep Cumhuriyet ve bu gazete ile gönül ve fikir bağının ötesinde fiilen katkı sağlayan aydınlardı.
Doğan Öz’ler, Ümit Kaftancıoğlu’lar, Bedrettin Cömert’ler, Cavit Orhan Tütengil’ler...
Din devleti kurmak isteyenlerden, ırkçılığı körükleyerek ayrı bir coğrafya yaratmaya yönelenlere dek, bir tek ortak düşman Atatürk, tek hedef Atatürkçülüğün en köklü, en güçlü temsilcisi ise Cumhuriyet gazetesi idi.

Günlerce kapatıldı. Tek tek başyazarları (Nadir Nadi - İlhan Selçuk) hapsedildi, işkenceye uğradı. Ama ilk kez 10 yönetici, yazarı ve çalışanı birden hapiste. Üstelik en tepedeki yöneticisi yurtdışından gelip kendi ayağıyla içeri girdi.
Acaba tüm darbe ertelerinden daha zorlu bir dönem mi yaşıyor Türkiye?

***

Bu dönemin siyasi tarihi elbette Cumhuriyet ile birlikte yazılacaktır.
İktidar şimdi, geleceğini güvenceye almak için “kitabına uydurma” peşinde.
Avrupa Birliği’ne meydan okumak bunun için!
Almanya ile maraza çıkartmak da bu yüzden.
AB’nin PKK’ye desteği yeni değil ki!
PKK’ye yıllarca silahlı eğitim veren Yunanistan hem AB hem de NATO üyesiydi. PKK’nin siyasi, mali ve medya kaynağı aslında hep Batı Avrupa oldu.
Uğur Mumcu’nun yıllarca belgeleriyle yazdığı tüm suikast silahlarının kaynağı hep müttefik ülkelerdi. Italya AB ülkesiydi ve Öcalan’ı haftalarca ülkesinde ağırladı. Yunanistan ise silahlı terör eğitim kampları kurdurdu. Hatta yönetti. AB oyununu çok açık oynadı. Bunu dönemin siyasetçileri de görüyordu.
Ama yine de AB masasında kalmayı sürdürdüler. Bir tür “açık poker” idi oynanan.

***

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik için adaylığının Helsinki Zirvesi’nde 10 Aralık 1999 tarihinde resmen ilan edilmesini sağlayan Bülent Ecevit idi. Kıbrıs ile ilgili her tür baskıya göğüs geren de yine Ecevit oldu.
Bugünün Erdoğan’ından daha da sert idi. O günlerdeki sözleri Tayyip Erdoğan’ın bugünkü hissiyatına tercüman olacak gibiydi.
Devirecek gibi yapsa da AB ile masayı devirmeyi bir gün düşünmedi:
“Avrupa’nın vizyonu yok. Iki dünya savaşını da ne ABD çıkarttı ne de Asya. Avrupa uzak görüşlü değil. Soğuk Savaşın bitmesiyle bazı Avrupa ülkeleri artık Türkiye’ye ihtiyaç kalmadığını düşünüyor. Türkiye’nin stratejik öneminin yeni boyutlar kazandığının farkında değiller.” (AB, Anadolu Dergisi Sayı: 13. Nisan 1999 sayfa: 25)

***

Tayyip Erdoğan’ın niyeti belli ki, AB’nin ipleri kopartmasını sağlamak, böylece bundan da yeni bir “mağduriyet” devşirmek.
Ve AIHM’den ebediyyen kurtulmak...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

10 Kasım ve Kehf Suresi 10 Kasım 2024
Ey ruhumun ruhu... 3 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları