Ahmet İnsel

Tarihin tekerrürü kader midir?

24 Aralık 2015 Perşembe

Türkiye’de Kürt sorunu, imparatorluktan çıkışın çözülmemiş en büyük son sorunudur. Diğer “milli” sorunlar, soykırıma dönüşen tehcir, zorunlu nüfus mübadelesi, korkutup yıldırıp göç ettirme ya da Türklük kimliği içinde eritme yöntemleriyle, bir şekilde halledildi. Bu halletme fiili, sorunun devlet aygıtlarının örgütleyicisi olduğu yaygın ve sistemli şiddet yöntemleriyle çözülmesi anlamına geliyordu. Milli devletin yurttaşları milli olmalıydı. Bunun adının resmen 1970’lerin başında Türk-İslam sentezi olarak konmasına aldanmamak gerekir. Cumhuriyetin ilanından önceye dayanan devlet yöneticisi kastının politikaları fiilen Türk-İslam sentezi anlayışına dayanıyordu. Aydınlar Ocağı’nın Türk-İslam sentezi politikasıyla arasındaki fark, İslamın yerlileşmesi, millileşmesi, Türkleşmesi hedefinin de güdülmesiydi.
İmparatorlukların dağılışı her yerde büyük insanlık dramlarıyla yaşanmıştır. Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişte yaşananların bir kısmı sorunun evrensel olarak nitelendirebileceğimiz boyutuyla alakalıdır. Bunun yanında, sorunun yerli ve milli kaynağı, Türk-Sünni çoğunluğun kendini çoğunluk olarak mutlak hak ve güç sahibi olarak görme dışında hiçbir çözümü içine sindirememesi, kabul etmemesi ve bu talep dile getirildiğinde şiddetle tepki vermesidir.
Osmanlı Ermenisi, Meclisi Mebusan’da üç dönem İstanbul Mebusu olan Krikor Zohrab’ın, 1913’te Marcel Léart takma ismiyle Fransa’da “Belgeler Işığında Ermeni Meselesi”ni yayımladı (Türkçesi, İletişim Yayınları, Eylül 2015). Kitabın “Türk Hükümeti, Reformları Gerçekleştirmekten Neden Acizdir?” başlıklı bölümünü okumak, Rober Koptaş’ın önsözde belirttiği gibi günümüzde Kürt sorununun neden hızla bu toprakların geleneksel “yerli ve milli” sorun çözme yönteminin girdabına girdiğinin bazı ipuçlarını veriyor. Kürt meselesinin günümüzdeki gidişatı, birçok bakımdan farklı olsa da, özünde Ermeni meselesinin Birinci Dünya Savaşı öncesinde girdiği mecrayı andırıyor.
Bazı hakların verilip ama onları tamamlayan hakların verilmemesi, verilen hakkın sonra geri alınması, verildiğinin inkâr edilmesi, tepkinin daha büyük olmasına neden olur. Bütün toplumsal sorunlar için geçerli bir tespittir bu. Osmanlı’nın Müslüman olmayan tebaalarının II. Meşrutiyet’in ilanını izleyen dönemde çok daha fazla talepkâr ve aktif olmalarına karşı Türk-Müslüman çoğunlukta artan bir endişe vardı. Müslüman olmayan toplulukların içinde de kâğıt üzerinde tanınan hakların gerçekte verilmemesi, geri alınması, hakkını talep edenlere yönelik şiddet uygulanmasına karşı tepki büyüyordu. Konu giderek daha fazla uluslararası soruna dönüştükçe, hâkim milletin milli ve yerli refleksleri tetiklendi. Gerisini herkes biliyor.
Bugün Kürt sorununun son altı ayda, eskisini katbekat aşan bir şiddet sarmalına girmiş olmasının arkasında yatan en büyük neden benzer değil mi? Dolmabahçe Sarayı’nda ortak basın toplantısında hükümetin ve HDP’nin okudukları metinlerin içeriğinden öteye, düzenlenen merasimin kendisi çözüme bir adım mesafede olunduğu izlenimi vermek için tasarlanmıştı. Bunun yok hükmünde olduğunun birkaç gün sonra devletin başı tarafından ilan edilmesi, eksiksiz bir simgesel şiddet eylemiydi. Kürtlerin arasında yarattığı büyük früstrasyonun somut sonucu Türkiye’nin Kürt illerini yakıp yıkan şiddet sarmalıdır.
PKK’nin verilmeyen hakkı silahla, şiddetle alma stratejisine yönelmesi, şiddeti yaratan değil, daha çok tırmandıran bir etmen bugün. PKK’nin Kürt sorunu alanında rakipsiz olma iddiası da meseleyi daha çetrefilli bir mecraya taşıyor. Buna karşılık, devletin güvenlik güçlerinin sergiledikleri büyük kin, uyguladıkları orantısız şiddet ve övündükleri vahşet, idarenin halkı günlerce süren sokağa çıkma yasaklarıyla topyekûn cezalandırma yöntemleri, Kürt sorununu artık telafisi pek mümkün olmayan bir kopma noktasına götürüyor. Son haftalarda yaşananlardan sonra belki bu eşiği de aştık. Bunu Kürt sorununun artık uluslararası sorun haline dönmüş olması tamamlıyor.
Sorunu siyasal alana yeniden çekme, müzakere yöntemiyle barış içinde çözme kapısı belki daha tam kapanmadı. Ama sorunun “yerli ve milli” yöntemlerle çözümünde ısrar, bu sorunun da bu ülkede çoğunluk hakkını paylaşmak istemeyenlerin en çok korktukları biçimde sonuçlanma olasılığını sadece güçlendiriyor.
Tarihin tekerrür etmesi kader değil, bir seçimdir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları