Ahmet İnsel

Şiddet, hezeyan ve korku sarmalı

03 Aralık 2015 Perşembe

Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmalarının herhalde en önemli nedeni Tayyip Erdoğan’ın şahsen suç duyurusunda bulunması, bir polis fezlekesi düzenler gibi suçu etraflı biçimde tarif etmesiydi. Sulh ceza hâkimliği, bu tutukluluk kararlarına yapılan itirazı reddederken ileri sürdüğü gerekçelerden birinden anlaşılıyor ki, Dündar ve Gül’ün derdest edilip hapishaneye konmasının diğer nedeni, korku. Evet, aklı başında hukukçuların bunun mümkün olmadığını söylemelerine rağmen, Tayyip Erdoğan’ın kendisi veya onu korkutarak etrafında yer tutan kişiler, Suriye’ye gizli biçimde MİT aracılığıyla silah yollama kararı veren kişilerin Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmasından korkuyorlar. Bu ne hukuken ne siyasal olarak mümkün ama yapılanın ulusal ve uluslararası planda yasal olmadığını en iyi kendileri bildiği için endişeliler.
Korkanların bir kısmı elbette korkuyor gibi yapıyordur. Unutmayalım, birkaç yıl Tayyip Erdoğan’la pek yakın temasta olan istihbaratçı polis Ali Fuat Yılmazer ve başka emniyet görevlileri, birçok suikastı hazırlık aşamasında engellemiş olduklarını iddia ederek Erdoğan’ın yakınında güç mevkileri elde etmişler ya da bunları sağlamlaştırmışlardı. Bunların en azından bir kısmının hayali olduğu sonra anlaşıldı. Uluslararası Ceza Mahkemesi şaiyası beslenerek benzer bir şey yapılıyor. O kadar ki, bir yandan “tutuksuz yargılanmalılar” diye üst üste görüş beyan eden Başbakan, diğer yandan UCM meselesini de soruşturma açılmasının haklı gerekçesi olarak gösterebiliyor.
Geçen hafta bu tutuklanmanın iktidarın korkmasıyla ilgisi olduğunu ima ettiğimde, bir avukat arkadaşım, “Neden korkacak, ona karşı yaptırım oluşturacak güç yok” dedi. Haklı. Ama halkı dezenformasyonla yönlendirerek kamuoyu oluşturanlar, işlerine gelmeyen her şeyi komplolarla açıklayanlar, bir aşamadan sonra kendi söylediklerine inanmaya başlarlar. Yaydıkları gürültü çeşitli yerlerden yankılanıp kulaklarına geri dönünce, iş onlara da sahici gibi gözükmeye başlar.
Bu durum, özellikle, gerçekle olan ilişkinin giderek zayıfladığı durumlarda daha fazla görünür. Örneğin casusluğun elde edilen bilgiyi gazetede alenen yayımlamak olduğunu bile iddia edebilirler. Ayrıca buna gerçekten inanıyorlarsa, durum zannettiğimizden çok daha vahim demektir.
Bugün iktidarın etrafında toplanmış oldukça büyük bir kalabalığın gerçeklik algısını hızla yitirmeye başladığını görüyoruz. Sadece casusluk ve benzeri konularda değil. Türkiye’nin Rusya savaş uçağını düşürmesini Türkiye’ye karşı açılmış açık savaşın bir parçası olarak yorumlayanlardan geçilmiyor AKP medyasında. Konuyu bilmeyen birisi söylenenleri duyunca Türk savaş uçağının düşürüldüğünü zannedebilir. Hezeyan seviyesi tavan yapmış yazılar, konuşmalar arasında, İran ve Rusya ile açık savaş halinde olduğumuz belirtiliyor. Kimisi Suriye’de Yayladağ’ın güneyindeki bölgeyi ilhak edip Cumhuriyet’in kuruluşundan sonraki üçüncü genişleme operasyonunu (diğerleri Hatay ve Kıbrıs’mış) gerçekleştirmeyi öneriyor. Bir başkası, Cerablus-Azez bölgesinin kesinlikle Türkiye’nin denetiminde kalması gerektiğini. Bunun somut olarak ne anlama geldiğini tarif etmeye gerek yok.
Kendi ülkesinde Kürt sorununu çözmeyi buzdolabına kaldırmış ve malzeme buzdolabında artık çürümeye başlamışken PYD’ye saldırılmasını öğütleyenlerden geçilmiyor. Diğer yandan PYD’nin arkasında İran’ın, Rusya’nın, ABD’nin ve dahi İsrail’in olduğunu feryat figan haykırıyor aynı kişiler. Bu ikinci iddia doğru ise, birinci öğüdün anlamı ne? Giderek yalnızlaşan Türkiye’nin, çılgınca işlere girişmek dışında, son kartuşlarını tükettiğini görüyorlar ve tam da bu nedenle ortalığı gürültüye boğmaya mı çabalıyorlar?
Gene de sahte veya sahici, korkuları küçümsememek gerek. Korku insanın aklını başından alır ve yapmayı önceden düşünmediği şeyleri yapmaya ve bunları yaptıkça daha fazla korkup yaptığının daha fazlasını yapmaya da götürebilir. Türkiye’de yönetim ve çevresinin ettiği büyük büyük sözlerin, yasaklama, tutuklama ve ölümlerle giderek dozu artan şiddetin arkasında sanki böyle bir korku sarmalı çalışıyor.
 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları