Ahmet İnsel

Putinizmin pençesinde Türkiye

29 Ekim 2015 Perşembe

2009’un son ayları, 2010’un başıydı. Başbakan Tayyip Erdoğan ve partisi, o zaman şimdikinden çok daha güçlü olan iki gruba savaş açmıştı. İki grubun da elinde etkili basın kuruluşları vardı. O dönemde yakın müttefiki olan Fethullah Gülen cemaatinin medya kuruluşlarının da desteğiyle, Tayyip Erdoğan istediğini büyük ölçüde elde etti. Bu iki grubun gazeteleri ve televizyon kanalları ya vergi salma ya da alacak karşılığı el koyma yöntemleriyle, birinde kısmen, diğerinde bütünüyle iktidar yanlısı çevrelere dağıtıldı.
Türkiye’de iktidarın Putinleşmeye başladığı iddiası da o zaman dile getirildi. Putinleşme, Rusya’da devlet gücünü ve petrol ve gaz gelirlerini elinde tutan ve merkezinde Vladimir Putin’in bulunduğu şebekenin “dikey iktidar” olarak adlandırdıkları yönetim tarzına verilen addır. Demokrasi kırıntılarıyla diktatörlük iç içe geçmiş olduğu için, “demokratur” olarak da tanımlanır. Ülke içinde korkuları tetikleyerek, büyük provokasyonları örgütleyerek ya da bunların hazırlanmasına göz yumarak, muhalif sesleri ya öldürtüp ya çeşitli bahanelerle hapse atıp susturarak yürütülen bir kaba otoriter yönetimi tanımlar Putinizm. İktidara gelirken birlikte olduğu, sonra muhalif kanada geçen oligarkları, yani Sovyet rejimi sonrası ortaya çıkan büyük yağma zenginlerinin bir kısmının mallarına el koyar, hapse attırır, ülkeden kaçırtır.
Rusya’da seçimler yapılıyor ama yerli ve yabancı bağımsız gözlemci kuruluşların iddiasına göre, çok yaygın bir hile organizasyonu seçim sonuçlarını belirliyor. Ayrıca halkın büyük çoğunluğunun seçimle iktidar değiştirme, işleri düzeltme umudu olmadığı için, seçime olan ilgisi de zaten az. Bu da Putin rejimine toplumun rızasını elde etmiş bir yönetim görünümü kazandırıyor.
Bugün Erdoğan’ın “Yeni Türkiye”si, 2010’a nazaran Putinleşme yolunda epey mesafe kaydetmiş durumda. Gülen Cemaati hakkında terör örgütü soruşturması açılmasını izleyen gözaltına alma, tutuklama, el koyma işlemlerinin Rusya’daki uygulamalardan farkı yok. Diğer taraftan, giderek ortaya çıkan bilgiler, IŞİD hücrelerinin faaliyetlerinin izlenmesi ve eyleme geçmeden engellenmesi konusunda, iktidarın kasıtlı ihmalinin bulunduğu iddialarını güçlendiriyor. Bu da Putin rejiminin Çeçen eylemcilerin yaptığı ya da onlara atfedilen büyük kanlı suikastlar aracılığıyla ve ustalıkla yerleştirdiği korku yönetimini akla getiriyor.
Ama Türkiye’de Rusya’da olmayan bir demokratik gelenek ve halkın serbest seçimlere atfettiği özel önem var. Putinleşen Erdoğan iktidarı için 7 Haziran seçim sonuçları büyük bir darbe oldu. Seçmenlerin yüzde 60’ı, farklı gerekçelerle, yönetimin tek bir adamın elinde toplanmasına hayır dedi. Bu “hayır” sesine tepki Putinleşme yolunda hızla birkaç adım daha atılması oldu. Kürt sorununda şiddetin öne çıkması tetiklendi ya da körüklendi. Muhalif medya üzerinde baskının derecesi artırıldı. “Ben ya da kaos” tehdidi açıkça dile getirildi. Koza İpek Grubu şirket ve medya kuruluşlarına yönelik işlemler bu sürecin bir parçası. Bunlar hukuk devleti yasalarına göre yasal dayanağı olmayan, ama Tayyip Erdoğan’ın fiili iktidar olarak tanımladığı yönetim hukukuna uygun el koyma eylemleri. Fiili iktidar yönetimi tam da budur. Bugün Türkiye’de en büyük yakın ve açık tehlike ülkenin başına çöreklenmiş olan fiili iktidar şebekesidir.
Halen Türkiye’de rejimi demokrasiye bağlayan bir pamuk ipliği var: Seçim sonuçlarına olan güven ve seçim yoluyla iktidarı frenleme veya değiştirme olanağına olan inanç. 1 Kasım günü ve özellikle onu izleyen günlerde Türkiye toplumu Putinizmin yerli versiyonu olarak Erdoğanizmin bu ülkeye yerleşmesine izin verip vermeyeceğini gösterecek. Erdoğanizm etrafında kenetlenenler artık varlık yokluk mücadelesi verirken biz de, toplum olarak bütün geleceğimizi belirleyecek bir barış ve demokrasi sınavı veriyoruz. İstersek, kararlıysak, bu mücadeleyi kazanmamamız için hiçbir neden yok.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları