Ahmet İnsel

Michael Moore’un öngörüsü ve önerileri

12 Kasım 2016 Cumartesi

Donald Trump’ın başkanlık seçimini kazanmasının arkasında yatan toplumsal nedenlere, Cumhuriyet’te 20 Eylül 2016’da yayımlanan “Trump Seçimleri Kazanabilir” başlıklı yazıda işaret etmiştim. Bunları tekrarlamaya gerek yok. Michael Moore’un, geçen temmuz sonunda alternet. org’da yayımlanan ve daha sonra kendi sitesine aldığı söyleşisinin başlığı, “Trump’ın kazanmasına yol açacak beş neden”di. Moore, Demokrat Parti’nin otuz yıldan beri kaleleri olan Michigan, Ohio, Pensilvanya ve Wisconsin’de, küreselleşme nedeniyle fabrikalarının Çin’e veya Meksika’ya göçmesine tepki duyan işçi sınıfının, Trump’ın korumacı politika önerilerinin cazibesine kapılmalarının kaçınılmaz olduğunu belirtiyordu. Hele Hillary Clinton’ın NAFTA ve TPP gibi serbest ticaret anlaşmalarını savunmaya devam etmesi karşısında, bu eyaletlerde işçi sınıfının Birleşik Krallık’ta Brexit oylamasında evet oyu veren beyaz işçiler gibi bir mesaj yollama tavrı sergileyeceğini öngörüyordu.
Saydığı diğer nedenler, kadınların giderek toplumun çeşitli alanlarında yükselmesi karşısında beyaz erkeklerin duyduğu öfke; Hillary Clinton’ın bir türlü popüler olamaması, güven duygusu vermemesi; Bernie Sanders’ı destekleyen, özellikle genç kesimin Clinton’a oy vermeye elinin gitmemesi; ve önemli bir seçmen kitlesinin seçimleri egemen sisteme el kol işareti yapabildiği yegâne an olarak görmesinin Trump’a yarayacağı öngörüsüydü. 1990’larda ABD’nin en küçük eyaletlerinden biri olan Minnesota’da seçmenlerin profesyonel güreşçi Jesse Ventura’yı vali olarak seçmesini, bu el kol hareketi yapma, sistemle dalga geçme arzusunun somut bir örneği olarak veriyordu.
Michael Moore, Trump’ın seçilmesinden sonra, bütün kamuoyu yoklamalarını, bilir bilmez öngörüleriyle ekranları işgal edenleri çöpe atmak gerektiğini hatırlattıktan sonra, “Gördünüz mü, haklı çıktım” demek yerine, “Şimdi ne yapmalıyız” sorularına kendi tarzı içinde yanıt veriyor. İlk önce, Hillary Clinton’ın aldığı oyların toplamı açısından kazandığının hep vurgulanması gerektiğinin altını çiziyor. Clinton’ın toplam oyları Trump’tan iki yüz bin civarında fazla. Bu ABD seçimlerinde beşinci kez gerçekleşiyor. 1824, 1876, 1888 ve en son 2000’de seçilen başkan, oy toplamında ikinci gelen olmuştu. Oğul Bush 2000’de All Gore’dan beş yüz bin oy daha az almasına rağmen seçilmişti. Amerika’nın Kurucu Babaları’nın bundan 229 yıl önce getirdikleri temsil sistemi, genel oyun “ayak takımı”na vereceği siyasal gücü dengelemeyi ve büyük toprak sahiplerinin siyasal sistemde ağırlığını korumayı amaçlıyordu. Bugün ABD’de halkın büyük çoğunluğu, seçim sisteminin seçilen başkanın sandıktan birinci çıkan olmasını garanti altına alacak biçimde düzeltilmesi gerektiğini kabul ediyor. Ama galiba, bir gün Cumhuriyetçi aday sandıktan birinci çıkıp, başkan olamayana kadar sistem değişmeyecek.
Moore, bu “esrarlı” seçim sisteminin bugün ABD’de seçmenlerin az farkla da olsa çoğunluğunun iklim değişikliğinden endişe ettiğini, kadınların erkeklerle eşit işlerde eşit ücret alması gerektiğini savunduğunu, okula borçlanmadan gitme hakkını talep ettiğini, işgalci bir ülkede yaşamak istemediklerini, asgari ücretin artmasını talep ettiklerini, evrensel sağlık sigortasının önem ve gereğine inandıklarını unutturmaması gerektiğini belirtiyor. Seçilen başkan tam da bunların tersi yönde bir politika vaat etti. Dolayısıyla, diyor Moore, Demokrat Parti’yi bu çoğunluğun taleplerine sırtını çevirenlerin elinden kurtarmak, onu “halka iade etmek” gerekiyor. Bernie Sanders’in Demokrat Parti’nin dışından gelip, beklenmedik bir destek görmesi, yukarda adı geçen eyaletlerdeki önseçimlerde Hillary Clinton’ın önüne geçmesi, bunun anlamlı bir işareti. Moore, Demokrat Parti’yi bir sonraki seçimlere şimdiden bu yönde hazırlanmaya davet ediyor
Bir panayır tellalına benzeyen, daha önce hiç seçilmemiş, hiçbir siyasal yönetim bilgisi olmayan, birçok kez iflas etmiş, bugün toplam borcu mal varlığından düşüldüğünde milyarder bile olmayan, dolayısıyla başarılı işadamı sıfatı bile tartışmalı bir kişiyi başkan seçen ABD’li seçmenler, aslında bilinmeze oy verdiler. Büyük ihtimalle başkan koltuğuna oturunca, hem Cumhuriyetçi Parti eşrafının hem de federal devlet bürokrasisinin bu kişiyi büyük ölçüde zapturapt altına alacağını da tahmin ederek, küresel elitlerin egemenliğinde olduğunu düşündükleri sisteme büyük bir el kol işareti yaptılar.
Trump büyük ihtimalle vaatlerinin küçük bir bölümünü gerçekleştirecek. Yarı yolda tam tersi yönde icraatlar yapacak. Ama böyle bir kişinin başkan seçilmesinin, serbest seçimlerin yapıldığı ülkelerin önemli bir bölümünde yükselen bir dalgayı cesaretlendireceğine şüphe yok. Ralf Dahrendorf, 21. yüzyılın bir otoritarizm yüzyılı olacağını 1990’ların sonunda öngörmüştü. Bu gidişin yönünü nasıl demokrasiye doğru çevirebiliriz. Esas soru bu!
Not: Bu gidişin katmerlisinin mağdurları olarak hapiste sekizinci günlerine giren Cumhuriyet ailesinden arkadaşlarıma selamlarımı yolluyorum.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları