Ahmet İnsel

Keyfi yönetim ve Zübük

13 Eylül 2016 Salı

Türkiye’de parlamentonun, partiler arası diyaloğun, siyasal davranış tutarlılığının hiçbir geçerliliğinin olmadığının, güçlünün iradesinden başka geçerli ilke ve kural kalmadığının en somut kanıtı, belediye başkanlarını idari kararla görevden alıp yerine kayyım atamasını mümkün kılan uygulamadır. Birkaç hafta önce Meclis’teki dört partinin ortak önergesiyle torba yasadan çıkarılan bir önlemin, olağanüstü hal yönetiminin verdiği fırsatla KHK olarak yürürlüğe sokulması ve hemen uygulanması basit bir darbe fırsatçılığı değildir. Muhalefet milletvekillerini aldatmakla yetinmeyen, önergeyi imzalamış ve bu yönde oy kullanmış bütün AKP milletvekillerini de aşağılayan, onları kuklaya dönüştüren kurnaz ama hilebaz bir hamledir bu.
Bu manevra, iktidarın olağanüstü hal yönetimine öngörülebilir bir vadede son vermeye niyetinin olmadığını gösteriyor. OHAL’in 20 Ekim’de üç ay daha uzatılmasıyla yetinmesi mümkün olmayan icraatlar art arda geliyor. Anayasa ihlal edilerek gasp edilen olağanüstü yetkilerin geri alınmasını iktidar açısından giderek imkânsız kılan, kalıcı bir olağanüstü rejimin temellerini atmaya yönelik adımlar atılıyor. Doğrudur, darbenin başarılı olması durumunda çok büyük bir toplumsal felaket yaşayacaktık. Şimdi aynı boyutta ve türde belki değil ama sonuçları açısından karşılaştırılabilir, güçlünün hukukunun hukuk devletine ikame olduğu bir keyfi yönetim altında yaşıyoruz.
Darbe girişiminin yarattığı korkuyu ve haklı tepkiyi araçsallaştıran iktidar, bugün keyfi bir egemenlik hakkı kullanıyor. Yönetime keyfiliğin hâkim olması, kendi dinamikleri içinde bundan çıkışın kapısını da kapar. Yönetim olağanüstü rejimden biraz daha olağan olana döndüğünde, elde ettiği yetkilerin bir kısmını kaybetmenin yanında, yaptığı keyfi işlemlerin hesabını vermek endişesini de taşır. Bu nedenle adı olağanüstü olmasa da rejimin fiilen bu haliyle kalıcılaşması, keyfi yaptırımların süreklilik kazanması için önlemler alır.
İktidarın bugünkü icraatları, yönetimde keyfiliğin olağanlaşmasının ve karşı-darbe rejiminin kalıcılaşmasının zeminini hazırlıyor. Olağanüstü hal, başarısız darbe girişimine katılan, bunu düzenleyen ve destekleyenlere karşı etkili ve hızlı önlem almak için ilan edilmişti. Hükümet, el çabukluğuyla, sınırları bütünüyle belirsiz bir “terörle mücadele” amacı ilave ederek, olağanüstü hal rejiminden çıkış kapısını kendince kapattı. Tayyip Erdoğan’ın, 15 Temmuz darbe girişiminden bir ay önce, “terörle mücadele(nin) kıyamete kadar” süreceğini ilan ettiğini hatırlarsak, olağanüstü hal rejiminin de bir o kadar sürmesi gerektiğine inandığını düşünebiliriz.
Kürt sorununda yangına körükle gitmeyi başka türlü izah etmek zor. Ve de “çözüm mözüm yok” diyerek rest çekmeyi, geçmişteki tek parti dönemi veya sıkıyönetim uygulamalarını canlandırıp, belediye başkanları yerine mülki idare amirlerini atamayı. On bine yakın öğretmeni, Kürt ve sendikalı olduğu için açığa almak, muhtemelen yakında onları memuriyetten de atmaya hazırlanmak, olağanüstü hali sürekli kılacak zemini hazırlamak değil midir? Yönetimin çok yaygın biçimde kolektif suç isnadına dayanarak toplu cezalandırma, “subliminal suç” icat etme, şüphelilerin yakınlarını rehin alma veya cezalandırma, mülke el koyma gibi, örnekleri totaliter rejimlerde bulunan önlemlere başvurması da aynı amaca dayanıyor.
Giderek içinde boğulduğumuz çatışma, ölüm, gözaltına alma, tutuklama, işkence, kötü muamele, keyfi karar ortamında durumu mizahla tarif etmek hoş karşılanmayabilir ama bugünlerde Aziz Nesin’in yerli ve milli kahramanı Zübük’ün maceralarını yeniden okumak, bazı şeyleri anlamak için yararlı oluyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları