Ahmet İnsel

İşkenceye müsamaha zamanı mı?

03 Mart 2016 Perşembe

Uluslararası Af Örgütü 2014’te dünya genelinde şiddet raporunu açıklamıştı. Raporda işkencenin küresel bir sorun olduğuna işaret ediliyordu. Halbuki 1950 tarihli İnsan Haklarının ve Temel Hürriyetlerin Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi, daha sonra İşkencenin ve Gayri İnsani ya da Küçültücü Ceza veya Muamelenin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi ve İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Küçültücü Muamele ya da Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi ile donatılmış güçlü bir uluslararası sözleşme yapısı yıllardır yürürlükte. Üstelik bunlar kâğıt üzerinde kalan sözleşmeler değil. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi uluslararası mahkemelerle, coğrafi kapsamı sınırlı da kalsa, uluslararası bir yargı mekanizmasıyla güçlendirilmiş durumdalar.
Bunlara rağmen Af Örgütü’nün raporunda 2009-2014 yılları arasında 141 ülkenin büyük bir bölümünde işkencenin rutin ve sistematik bir şekilde yapıldığı belirtiliyordu. Ayrıca, işkencenin yanında, kötü muamelenin de özellikle polis tarafından çok sık kullanıldığına dikkat çekiliyordu. Rapor, işkencenin muhalefete karşı kullanılan bir yöntem olduğunu ve ulusal güvenliği koruma kisvesi altında işkencenin ve kötü muamelenin uygulandığına dikkat çekiyordu.
Bugün işkence ve kötü muamele, hükümetler, devlet bürokrasisi ve destekçileri tarafından her yerde aynı gerekçeyle meşrulaştırılıyor: Terörle mücadele. Güvenlik devleti ve bürokrasisi böyle alan kazanıyor. Şiddet yöntemlerine başvuran grup veya örgütlerin de bir amacı, devletleri işkence ve kötü muamele ihlalleri işlemeye kışkırtarak, onların demokratik meşruiyetinin zedelenmesini sağlamak.
Bu uluslararası sözleşmeler, işkence ve kötü muamelenin failini, bir “kamu görevlisi” veya “bu sıfatla hareket eden bir başka şahsın teşviki veya rızası veya muvafakatiyle hareket eden kişi” olarak tanımlıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin taraf olduğu hem Avrupa hem BM sözleşmelerinde, kamu yetkisi kullanan kişilerin yaptığı veya yönlendirdiği, teşvik ettiği işkence ve kötü muamelelerle mücadele öngörülüyor. Çünkü esas sorun, yargılama ve cezalandırma tekelini elinde tutan gücün şiddet kullanımını sınırlamak. Zaten bu nedenle, BM sözleşmesi, tanımladığı işkence fiilinin “yasal müeyyidelerin uygulanmasından doğan, tabiatında olan veya arızi olarak husule gelen acı ve ıstırabı” içermediğini belirtiyor. Yasaların öngördüğü çerçevede yasal şiddet kullanımının ötesinde bir fiil, işkence ve kötü muamele.
Gelelim Milli Savunma Bakanlığı’nın hazırladığı kanun tasarısına. Bir askere, terörle mücadele sırasında silah kullanma yetkisini aşma, işkence ve kötü muamele iddiasıyla soruşturma açılmasının MSB’nin iznine ve Başbakan’ın onayına bağlanmasını öngörüyor. Terörle mücadele gerekçesiyle, işkence ve kötü muamele iddialarını açıkça yasa denetimi dışına çıkarmak, söz konusu BM sözleşmesini fiilen askıya alma demek. Ayrıca soruşturma izni verilmeyen iddialarla ilgili olarak Başbakan’ı doğrudan suç şaibesine ortak etmek de demek. Bunun arkasından, polisten benzer bir talebin gelmesi beklenir. Önce MİT, şimdi asker, sonra polis... Asker, polis ve istihbaratın cezai sorumsuzluğunun parti devleti koruması altında sağlandığı, faşizan bir devlet özlemi şekilleniyor.
Yasa Meclis’e geldiğinde, “terörle mücadele” gerekçesiyle kimin bu işkence ve kötü muameleyi teşvik etme girişimini destekleyeceğini göreceğiz. Destek cephesinin AKP ve MHP’den daha geniş olması maalesef ihtimal dahilinde. Ulusal güvenlik ya da sadece güvenlik gerekçesiyle bu tasarıyı desteklemek, kamu görevlilerinin ileride işleyebilecekleri işkence ve kötü muamele suçlarının teşvikçisi olmak demektir. Bunun uluslararası ağır sonuçları da vardır. Ama endişelenmeyin, biliyorsunuz, “Türkiye bir hukuk devletidir, hiçbir şekilde işkence ve kötü muameleye müsamaha gösterilemez”!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları