Ahmet İnsel

Bektaşi’nin gözüyle İnsan Hakları Raporu

19 Nisan 2016 Salı

Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muiznieks, bu ay başında dokuz gün İstanbul, Diyarbakır ve Ankara’da incelemelerde bulundu. Cumhuriyet bir söyleşisini yayımladı (14.4.2016). Türkiye’de ifade özgürlüğü, yargının yapısı ve Güneydoğu’da insan hakları ve güvenlik dengesi konularında gözlemlerinin kısa bir özeti resmi sitesinde yayımlandı. Kapsamlı rapor daha sonra gelecek.
Muiznieks gözlemlerini bir cümlede özetliyor: “Türkiye’nin terörizmle mücadelesi ortamında insan hakları son aylarda alarm verici hızla kötüleşti.” Terörizmin kapsamının aşırı genişletilip şiddet içermeyen eylemleri de içermesinin ve bir terör örgütünün işine yarayacağı iddiasıyla her türlü haber ve ifadenin kriminalize edilebilmesinin Türkiye’de yeni olmadığını hatırlatan İnsan Hakları Komiseri, bunun bugün vardığı boyutun geçmişle kıyaslanmayacak kadar vahim ve endişe verici olduğunun altını çiziyor.
Güneydoğu’da bu denli uzun ve ucu açık sokağa çıkma yasağı uygulamalarının yasallığının tartışmalı olduğunu CHP ve HDP’nin hukukçu milletvekilleri belirtmişlerdi. Muiznieks de, bu yönde alınan idari kararların dayandığı yasada “sokağa çıkma yasağı” ibaresinin bile yer almadığını, bu kadar zayıf bir yasal dayanakla, “aylar boyunca, çok büyük sayıda bir nüfusa çok ağır insan hakları kısıtlamaları dayatmanın” yasallığının son derece tartışmalı olduğu görüşünde. Önümüzdeki dönemde AİHM’de, Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosu’nda bu konu çok tartışılacak.
Güneydoğu’da bazı yerleşim yerlerindeki yıkımın çok büyük boyutlarda olduğunu, çok büyük sayıda sivilin “teröristlerin eylemlerinden ve onlara karşı mücadele edenlerin yarattıkları tali hasarlardan” mağdur olduklarını belirtiyor Muiznieks. Hükümetin sivil, güvenlik görevlisi ve terörist olduğu iddia edilen kişi ayrımı yapmadan, bu operasyonlar sırasında yaşamını kaybeden herkes için etkili soruşturma yürütmesinin elzem olduğunu vurguluyor. Ama etkili ve adil soruşturma koşullarının olmadığını gözlemlediğini ilave edip yetkililerin kendisine ırkçı ve aşağılayıcı davranış sergilemiş güvenlik görevlilerinin soruşturulacağı güvencesi verdiğini aktarıyor. Göreceğiz...
Cumhurbaşkanı bu konuda hiç ümitli olmamamız gerektiğini açıkça belirtti. Kürt siyasal hareketine yakın dört STK’nin 30 Mart’ta Cizre’de durum tespit raporu yayımlamalarına aşırı tepki gösterdi. “Bunların STK’leri rapor yayımlıyorlar. Neyin raporu? Bunların üzerine ayrıca gitmek gerekir” dedikten sonra, tarihe geçecek o söz ağzından çıktı: “Ya baş eğeceksiniz, ya baş vereceksiniz. Bunun başka yolu var mı?”
İnsan Hakları Komiseri’ne göre galiba var. Hatta ona göre esas Cumhurbaşkanı’nın yolu yol değil. “Terörizmle mücadele etmenin Türkiye’nin hem hakkı hem görevi olduğunu” belirtip, “sivilleri ve devlet görevlilerini hedef alan bütün terörist eylemleri ve şiddet uygulamalarını, PKK ve DAEŞ’inkiler dahil olmak üzere mahkûm ettiğini” ifade ettikten sonra, Muiznieks esas can alıcı noktaya işaret ediyor: “Özellikle sokağa çıkma yasakları sırasında yaşananlar hakkında olmak üzere, dezenformasyon, manipülasyon ve çelişkili kanaatlerin aşırı arttığı bir ortamda, insan hakları savunucularının derlediği bilgi ve gözlemlere dayanan şeffaf bir yargı süreci gerçeklerin ortaya çıkması ve etkili tazmin kararlarının alınabilmesi için elzemdir.” Bu nedenle, sadece rapor hazırladıkları için bazı STK’lerin (Bunların STK’leri) siyasal otorite tarafından açıkça tehdit edilmesini son derece endişe verici bulduğunu belirtiyor. Ama Türkiye’de kitap, rapor, bildiri, söz de bomba gibi terör aleti değil midir?
Komiser, Türkiye’de geçmişte de ifade özgürlüğünün sicilinin bozuk olduğunu teslim ediyor. Şimdi çok daha vahim ve sistemli biçimde ihlal ediliyor. Mesajın biçimi ne olursa olsun sonuçta barış çağrısı yapan öğretim elemanlarına yönelik başlatılan disiplin ve ceza soruşturmaları, hiçbir Avrupa Konseyi üyesinde bu boyutta uygulanmayan Cumhurbaşkanı’na hakaret davaları, yayın organlarını batırmak üzere kayyım atanması, Twitter hesabı bloke edilmesi talebinde Türkiye’nin dünya rekoruna sahip olması, gazetecilik mesleğini gerçekten icra etmenin casusluk ya da terör örgütü yandaşlığı olarak değerlendirilmesi, AYM’nin meşruiyetinin Cumhurbaşkanı tarafından sorgulanması, sulh ceza hâkimliklerinin hukuk ihlalleri... Liste uzun.
Muiznieks, bütün bu sorunları sıralayıp ardından “yetkililerle bu konularda çok verimli görüşmeler yaptığını” ilave ediyor. Bizim de aklımıza molladan Allah’ı tarif etmesini isteyen Bektaşi’nin, aldığı yanıt karşısında, “Yok diyeceksin de dilin varmıyor” dediği fıkra geliyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları