Ahmet İnsel

Adalet için açlık grevi

04 Temmuz 2017 Salı

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça bugün açlık grevlerinin 118. günündeler. Açlık grevinin 75. gününde gözaltına alınmışlardı. 43 gündür tutuklu oldukları cezaevlerinde açık grevlerine devam ediyorlar. Gerekçesi açıklanmadan, herhangi bir yargı kararı olmadan, idari bir kararla, dolayısıyla bütünüyle keyfi biçimde, biri üniversitedeki diğeri ilköğretimdeki işlerinden atılmalarını protesto etmek için, 238 gün önce Ankara’da sokakta pankart açarak haklarını aramaya, adalet talebinde bulunmaya başlamışlardı. Haklarını arayacak başka yol yoktu. KHK ile işten atılan on binlerce kişi gibi, alınan idari karara karşı yargı yolu kapalıydı.
Gülmen ve Özakça, her gün başlattıkları ve düzenli olarak gözaltına alınıp serbest bırakıldıkları, yüzde yüz meşru bu hak arama eylemlerini, daha sonra açlık greviyle desteklemeye karar verdiler. Bedenini, sağlığını ve ileri bir aşamada hayatını bir insanın terazinin kefesine koyduğu, bu nedenle tartışmalı ama ancak çok büyük bir haksızlık karşısında bir kişinin kendi vicdanında karar verebileceği bir eylem, açlık grevi. Gülmen ve Özakça, ölüm orucuna yatmadılar. Taleplerini duyurabilmek için açlık grevine başladılar. Ama karşılarında “ipin ucunu biraz salarsam, bütün denetimi kaçırırım” diye düşünen nobran, toplumsal hareketlerden artık saplantılı biçimde korkan, façasının bozulacağı endişesiyle her aykırı sesin tepesine vurmaya önem veren, kibirli ve zalim bir muktedir güç vardı.
Gülmen ve Özakça’nın açlık grevi hem Türkiye’de hem yurtdışında ses getirmeye başlayınca, iktidarın yürüttüğü suçlu ile suçsuzu ayırmayan keyfi temizlik politikası, bu iki kişinin eylemleriyle daha açık biçimde teşhir olmaya başladı. İşte o zaman, dünyada bütün müstebitlerin başvurduğu, kendini rahatsız edeni suçlu ilan etme yöntemi devreye girdi. Gülmen ve Özakça, bir terör örgütü üyesi olma şüphesiyle haklarında soruşturma yürütülen zanlılar oluverdiler. CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Başbakan’ın yanıtlaması için verdiği soru önergesinde, tutuklama kararının nasıl bir yerlerde önceden hazırlanıp, sonradan mahkeme kararıyla uygulandığının somut delilini sunuyor. İçişleri Bakanı’nın da konuyu ‘çok yakından takip ettiği’, Lütfü Oflaz’ın dün yayımlanan söyleşisinden anlaşılıyor.
Gülmen ve Özakça, adaletin asgari koşulu olan, hak arama hakkını kullandıkları için bugün tutuklular. Vücut için olmazsa olmaz bazı vitaminleri alarak sürdürdükleri açlık grevinde, kalıcı tahribat oluşacak aşamaya, cezaevi koşullarında geliyorlar. Belki geldiler. Gülmen ve Özakça, muhalif ve solcu oldukları için, Eğitim Sen üyesi oldukları için, sorgusuz sualsiz, keyfi bir idari kararla kamu görevinden atıldılar. Başta iktidar partisinin üyeleri olmak üzere, bunu herkes biliyor. İktidar, başka birçok muhalife yaptığı gibi, hiçbir delil göstermeden, bir terör örgütü gömleği giydirip şimdi onları kriminalize etmeye çalışıyor.
Bir insanın kendi hayatını, sağlığını açık biçimde tehlikeye atmayı, aylarca açlık ıstırabını artarak çekmeyi, işine geri dönmek için göze alabilmesi için, hem yaptığı işi çok sevmesi hem de bütünüyle haksız, keyfi ve onur kırıcı bir işlemin mağduru olduğuna inanması gerekir. Bu bedeli ödemeyi göze almış kişilere, aldıkları ve alacakları kararları saygıyla karşıladığımızı ve yaşamaya devam etme mücadelesinin bir o kadar önemli olduğunu söylemekten fazlası bize düşmez. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça, İstanbul’a yaklaşan Adalet Yürüyüşü’nün, onların adalet taleplerini de var gücüyle dile getirdiğini elbette biliyorlardır.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları