Ölümüne Tutku

13 Ağustos 2012 Pazartesi
\n

\n

Ölüm ve tutku: Ölümle büyümüş, büyüyen bir tutku. İyi şiirler için, büyük şairler için, elbette başka önemli ölçütlerin yanında, bir ölçüt de bu. Yanında dedim, önünde demeliydim belki de, en önde gelen ölçüt demeliydim. Diyorum. Federico Garcia Lorcanın doğduğu, yazdığı, yaşadığı ve yaşatılmadığı topraklarda, ölüm ve tutku kavramları kaçınılmaz olarak geliyor aklıma. Asıl, bunlarla en çok uğraşmış, bunlarla yaşamış, yazmış ve öldürülmüş bir şairin toprağında bunların akla gelmemesi tuhaf olurdu. Ölüm kültürü de yaşama kültürünün bir parçası. Ölümü nasıl karşıladığımıza, yaşarken onunla neler yaptığımıza, öldükten sonra da yaşayabilmek için onunla neler kurduğumuza ve elbette onun bizi nasıl etkilemiş olduğuna değin, yanıtlarıyla her an başa çıkmaya uğraştığımız bir dolu soru. Gelip geçici olmaktan duyduğumuz bir ürküntü değil, ölüm karşısında bir türlü net ve açık yanıtlarımızın olmayışı. Ölümün doğallığını, kaçınılmazlığını kabul edip etmemekte de değil sorun. Onu ister tevekkülle karşılayalım, ister doğum ve ölüm diyalektiğini anımsayalım, ister kendimize unutturmak için ona hep başkalarının ölümü diye bakalım. Bunlar ölüm ve ötesiyle ilgili konular. Soru: Yaşarken ve yazarken ölümle ne yapacağımız? Onunla nasıl bir savaş ve barış içinde olacağımız, nasıl bir sözleşme yapacağımız, onun bizi, yaşamımızı, yapıtımızı nasıl besleyeceği, o duygunun bizi nasıl hem kışkırtıp hem iyileştireceği. Bir de kıyıda küçük, önemsiz bir soru gibi duruyor ama o olmasaydı şiir, edebiyat ve sanat olur muydu? Yanıtı bir yana, sorusu bile geçersiz. Duende, Lorcanın ülkesinden, kültüründen, şiir denen ölümcül tutkusundan gelen bir kavram. Ölümden beslenen bir yaşam enerjisi olarak şiirin hakikatini çağrıştırıyor bana. Şiirin hakikatine varma yolundaki ve çabasındaki şairlerin, insanın en temel sorunları olan yaşamla ve ölümle uğraşan şairler arasından çıktığını bir kez daha hatırlatıyor. Ölümü de büyük bir şiir olarak gören şair, onu alt etmek, daha iyisini yazmak ve dizeleriyle olsun ölümsüz olmak için yazmıyor mu bir bakıma? Şiir, edebiyattan, sanattan kökende ayrılan bir biçimde, ölümün temel bir ölçüt olarak en önde olduğu bir yaşama. Belki de bu yüzdendir şairlerin en çok ölümle uğraşması ve ölümle en çok şairlerin uğraşması. 20 yaşındaki bir şairin bile ölüm şiirleri yazmasının garip karşılanmaması. İlhan Berk 80 yaşını geçtiği sıralarda, Ölüme çalışıyor musun? diye sormuştu, 1999 yazıydı. O günlerde Ölüm Bir Skandal adlı şiir kitabımı yazıyordum, ölüme çalışıyordum, evet. Ölüm ve şiir: İki kardeş. Düşman değiller, sürekli birbirlerini kışkırtmak ve böylece beslenirken beslemek için varlar. Aslında birbirlerini yaşatmak için varlar. Ölüm ve tutku da öyle. Şiirin ölümüne bir tutku, ölesiye bir tutku olması, büyük şairlerin, şiirlerin yolunu açıyor ama, daha da önemlisi insanı açıyor. Şiir büyük hayatlar istiyor mu her zaman, bilinmez ama, şairden yaşamını istediği de gerçek. Şiire böyle bir tutkuyla yaklaşan büyülenmiş şairler de, hakikati arama yolunda, bir ömür vermekle kalmıyorlar şiire, neredeyse şiir için yaşamış, şiir için ölmüş oluyorlar. Böylece de şiir oluyorlar. Ne mutlu ölümüne yazan tutkululara!

\n

\n\n



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları