Eski Yazıları Güncelleştirmek Üzerine...

21 Eylül 2012 Cuma
\n

Uzunca bir aradan sonra çıkan Lanetlenmiş Ağustos Böcekleri başlıklı deneme kitabımın sayfalarını rastgele karıştırırken, eskimeve güncelleştirme sözcükleri üzerine yeni düşünceler geliştirdiğimin farkına vardım.

\n

Yıllar önce bir sabah sohbetimiz sırasında Sevgili İlhan Selçuk şöyle demişti: Bizim yazdığımız yazıların çoğunun bir türlü eskiyememesi aslında çok üzücü bir durum!Bu sözünü sonraki yıllarda hiç unutmadım. Köşe yazılarında genellikle güncel sorunlar üzerine yazılıyor. Böyle bir yazı ile iki, üç ya da beş yıl sonra, ama bir zamanlarki sorun hiç çözümlenmemişken, tekrar karşılaştığınızda, Bak, ben vaktiyle bu konuda yazmışımdiye sevinemiyorsunuz. Çünkü bir an için sevinmeye kalkışsanız bile, onun hemen ardından gelen ve sorunun hâlâ çözümlenmemiş olmasından kaynaklanan üzüntü, duyulabilecek sevinci kaynağında boğuveriyor.

\n

Son deneme kitabımı baskıya hazırlarken, eski tarihli yazılarımı da her zaman yaptığım gibi bir güncelleme sürecinden geçirdim. Ve gerçekten güncellenmesi gerekenlerin azlığı karşısında şaşkınlıktan kalakaldım. Yazıların büyük bir bölümü, isterse aradan yirmi yıl geçmiş olsun, zaten hâlâ günceldi, yani sorun yerinde duruyordu. Böyle yazılar için güncelleştirme, ancak ilgili sorunun ilk yazılışından bu yana daha da ağırlaşmış ve kök salmış olması bağlamında akla gelebilirdi.

\n

Bu son kitabıma özgü olmak üzere, bir başka grubun da bulunduğunun bilincine vardım. Bu gruba giren yazıları şimdi zaman içerisinde kendiliğinden güncelleşen yazılardiye adlandırıyorum. Oradaki yazılarda ele alınan durumlar, ilk yazdığımda henüz sorun denilebilecek kadar vahimdeğildi. Ben, yalnızca ilerde böyle bir vahametlekarşılaşabileceğimiz uyarısında bulunmuştum. Uyarı gerçeğe dönüşünce, yazılar da kendiliklerinden güncelleşmişlerdi. Seksenli yılların başından itibaren Türkiyede üniversitelerin durumu üzerine yazdıklarımı bu konuda örnek gösterebilirim. O yazılarda -özetlemek gerekirse hep 1960-1980 arasında, yani yirmi yıl boyunca, üniversitelerimizin o zamanki anayasadan ötürü özerklik bağlamında bir altın çağ yaşadıklarını, bir bilim geleneği kurmak ve bilimsel başarılara imza atmak açısından ise aynı yılların üniversitelerce hovarda mirasyedilerin vurdumduymazlıklarından farksız bir tutumla boşa harcandığını çok sık vurgulamıştım. 1980 darbesinden sonra YÖKün ve onun atadığı, diktatörlük yetkileriyle donatılmış rektörlerin sayesinde vurguladığım uyarılar gerçekleşti. Prof. Dr. Doğan Kubanın da bir yazısında çok doğru olarak belirttiği gibi, ülkemizde bilim bugün artık üniversitelerin dışında gelişiyor.

\n

Üzerinde her zaman hassasiyetle durduğum bir konu da eleştirel düşünceve eleştirel düşünebilmenin bugünkü dünyada toplumumuz açısından taşıdığı önemdi. Bu hassasiyetimi, Anadolu Üniversitesinden emekli oluşumdan sonra bir süre üniversite düzeyine taşımayı da başardım ve Bahçeşehir Üniversitesinde üç yıl boyunca kendi oluşturduğum Antikçağdan Günümüze Eleştirel Düşüncenin Gelişmesi başlıklı dersi verdim. Daha sonra, bu başlığı Edebiyat Eleştirisi ve Eleştirel Düşünceşeklinde hafifletmemönerildiğinde, onu da kabul ettim. Ancak dördüncü yıldan sonra, adı geçen üniversitede onurlu bir öğretim görevlisi olarak çalışmamı olanaksız kılan bir durumun oluşması ile birlikte kurumdan ayrıldım ve eleştirel düşünceyi konu alan derslere ilişkin serüvenim de böylece son buldu.

\n

Evet, şimdi önümde bir kısmı hep güncel kalmış, bir kısmı da zaman içerisinde kendi kendisini güncelleştirmiş yazılarımdan oluşma, Lanetlenmiş Ağustos Böcekleri başlıklı bir kitap var.

\n

Bana buruk sevinç veren bir kitap...

\n

\n\n



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları