Brecht’in ‘Üç Kuruşluk Opera’sı hâlâ çok güncel: Önce ekmek, sonra ahlak

16 Temmuz 2023 Pazar

Biz ülkemizde festivalleri, konserleri, farklı görüş sunan oyunları yasaklamakla, kız ve erkek çocukları birbirinden ayırmakla, karşıdevrimi adım adım uygulamakla ilgilenirken, dünya ilimde, bilimde ve yaratıcılıkta birbiriyle yarışarak gelecek çağlara hızla ilerliyor. 

Fransa’nın güneyinde, antik Roma kalıntılarıyla lavanta tarlalarının ortasında, d’Aix-en-Provence Festivali, bu yıl 75. yıldönümünü kutluyordu. Daha çok müzik ve operaya ama önce farklı alanları kaynaştırmaya önem veren festivalden bir davet alınca, fırsatı kaçırmadım. Klasikten çağdaş ve deneysel çalışmalara uzanan programda açılışı Bertolt Brecht ve Kurt Weill’in “Üç Kuruşluk Opera”sı yaptı. 

Seçimlerden sonra yaşadıklarımızı düşününce oyunun güncelliği ortadaydı. Özetle: “Önce ekmek gelir, sonra ahlak...”

REJİSÖRE AŞK VE NEFRET

Eser, en yetkili ellere teslim edilmişti: Çağımızın usta Alman tiyatro yönetmeni Thomas Ostermeier; Fransız müzisyen, şef Maxime Pascal ve Fransa’nın ünlü Comédie-Française Topluluğu...

Ostermeier’i İstanbul Uluslararası Tiyatro Festivali izleyicileri bilir. 2004’te “Nora”yı, 2012’de “Hamlet”i, 2014’te “Bir Halk Düşmanı”nı burada izlemiş, hayran olmuştuk. 2012’de ona İKSV Tiyatro Onur Ödülü’nü vermiştik. Gelin görün ki beni büyüleyen bu rejisöre 2017’de fena halde öfkelenmiştim. Festivale bu kez “III. Richard” oyununu getirecekti ki son anda “Gelmiyoruz çünkü Türkiye’de her an herkes tutuklanıyor” diye bir boykot mesajı yolladı. Evet o hafta Osman Kavala tutuklanmıştı. O gün bu kararla, iktidarı değil, tiyatroseverleri cezalandırdıklarını ve bu kararı çok ayıpladığımı bildiren bir mektup ve yazı yazdım... Tahmin edeceğiniz üzere hiç yanıt almadım. 

“Üç Kuruşluk Opera”yı izledikten sonra, öfkemi unuttum. Dört dörtlük bir prodüksiyon izlemenin mutluluğunu yaşadım.

SEYİRCİYİ OYUNA KATMAK 

Açık havada dev bir avludayız. Önümüzde koca sahne neredeyse bomboş. Arka fonda demirden iki merdivenle çıkılan balkonumsu bir yükselti. En önde ise sıra sıra mikrofonlar. Sahnenin önündeki çukurda oyunun müzik direktörü Maxime Pascal’ın kurmuş olduğu, çalgıları gelenekselden elektroniğe uzanan “Le Balcon” adlı orkestra...

Sahnede yanıp sönen floresan ve led ışıklar. Birbirinden renkli fosforlu cart renkli güncel giysiler. Kâh Berlin kabarelerini, kâh Sovyet konstrüktivizmini, şimdi savaşı, sonra işçi sınıfı eylemlerini, Mayakovski’nin çizimlerini, açlığı, savaşı, para krizlerini yansıtan istatistikler, grafitiler, arşiv görüntüleri...

Oyunun ilk anından son anına dek (2.5 saat arasız oynanıyor) tüm oyun kişileri öndeki mikrofonlara gelip seyirciyle konuşuyor, dertleşiyor, seyirciye soru soruyor yanıt bekliyor, seyirciyi olan biten her şeyin parçası kılıyor. 

Bütün bunlar tam bir ironi, satir (yergi), eğlence, şov dünyasının bir parçası sanki. Her şey tüy hafifliğinde. Birbirinin yüzüne pasta fırlatmalarla, yerdeki kremaya basıp basıp yeniden düşmelerle. Amigo “ponpon kızlar”a dönüşmüş koroyla. Eğlenceli müzik ve çok ciddi sözlerle...

Sustalı Mack (Birane Ba) idama giderken...

YOKSULLARIN OPERASI 

Zaten oyunumuz, adı üstünde “Yoksulların operasıdır”. Bildiğimiz klasik operayla adeta dalga geçmektedir! 

1920’lerin Londra’sında, yeraltı dünyasında, katiller, yankesiciler, fahişeler, yetkili işbirlikçiler arasında, sözüm ona “yoksulların dostu” Bay Peachum ve ailesiyle çete lideri, kadın düşkünü Sustalı Mack arasındaki rekabete tanıklık ediyoruz. 

Ostermeier’in yorumu sanki hiç politik değilmiş gibi olup son derecede politik bir yorumdu. Oyunun hiçbir anında didaktik tavır yok. Fondaki arşiv görüntüler ve çarpıcı sözler, sermaye, emek sömürüsü, savaş tutkusu, iktidar, rüşvet, yöneticilerin yolsuzluklarını vurgularken sahnede sanki bir bulvar oyununun provası yapılıyordu. (Düşüp kalkmalar zaman zaman fazla uzasa da...) 

Yönetmenin en büyük avantajı mükemmel şancı oyunculardı. Bay ve Bayan Peachum (Christian Hecq, Véronique Vella) kızları Polly (Marie Oppert) ve Mack (Birane Ba) hele Jenny (Elsa Lepoivre) adlarını vermeden geçemeyeceğim. 

Elbet oyunu, Genco Erkal, Zeliha Berksoy ve Tülay Günal’dan dinlediğim şarkıları içimden söyleyerek izledim. İlk oynanışından (1928) neredeyse yüz yıl sonra Brecht’in güncelliğine bir kez daha hayran oldum. 

Bu yeni Fransızca çeviride oyunun son sözlerinden biri şöyleydi: “Yeni faşistlere meydan okuyun. Karanlığın devam etmesi onlar yüzündendir!...” 

Öteki olaylara yerim kalmadı. Belki bir başka yazıda...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kaburga sohbetleri 28 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları