Zeynep Miraç

Geriye Ara Güler kalacak

16 Ağustos 2015 Pazar

Gecemiz gündüzümüz siyaset. Suya düşen koalisyon ihtimali, erken seçim, başkanlık... Bir an duralım. Makarayı ileriye, 100 yıl sonrasına saralım.

16 Ağustos 2115’teyiz.

O gün ne konuşulacak? Yüz yıl önce kurulamayan koalisyon mu? Türkiye’nin değiştiği iddia edilen yönetim biçimi mi? Yoksa gemi azıya almış dolar mı?

Hiçbiri. Bugün ölüm kalım meselesi ettiğimiz hiçbir şey...

Geriye, 87 yıl önce bugün doğan Ara Güler kalacak.

Fani olduklarını unutmalarına ramak kalmış beylerin kâğıt parçalarına attıkları imzalar değil, dünün bugünün Türkiye’sini fotoğraf karelerine zapt etmiş Ara Güler’in imzası kalacak.

1928’in 16 Ağustos’unda dünyaya gözlerini açtığında Cumhuriyet beşinci yaşını doldurmak üzereydi. Şebinkarahisarlı Eczacı Dacat Bey ile Verjin Hanım’ın tek oğulları Mıgırdiç Ara Derderyan... 1934’te Soyadı Kanunu çıkana kadar böyleydi adı, babası kanunla birlikte Güler’i seçti.

Savaşla tanıştığında 11 yaşındaydı. Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak savaşın etkilerini pek hissetmedi, o yıllardan onda iz bırakanlar Almanların çıkardığı propaganda dergilerinde gördüğü fotoğraflardı.

Baba Dacat Bey, Güler Ecza Deposu’nu tek oğluna bırakmayı düşünüyordu ama Ara’nın o taraklarda bezi yoktu. Sinemacı olacaktı. Dacat Bey oğluna hem İpekçi stüdyolarında iş buldu hem de bir film gösterme makinesi aldı. Sinema tutkusu uğruna üç yıl sınıfta kalan oğluna, “Okulunu bitir, sana para mara yok” demeyi bilirdi Dacat Bey ama yapmadı. İçinde kim bilir hangi yeteneklerin yok olup gittiği o hoyrat lisana tenezzül etmedi.

Ta ki stüdyoda yangın çıkıp da Ara Güler ölüm tehlikesi atlatana kadar. Oğlunun kendi hayallerini paylaşmamasını kabullenen baba, onu kaybetme korkusuyla karşı karşıya kalınca “Başlarım senin filmciliğine” deyiverdi.

Bu kez tiyatro macerası başladı. Şehir Tiyatrosu’nda derslere katılıyor, oyunlar yazıyordu. 1950’de Yeni İstanbul gazetesinin hikaye yarışmasına katıldı ve “Garip Bir Yılbaşı Gecesi” adını verdiği hikâye, yayımlanmaya değer görüldü. Bir farkla! Diğer hikâyelerin altında imza vardı, “Garip Bir Yılbaşı Gecesi” hikâyesi imzasızdı.

 

Adını değiştirdi

“Foto Muhabiri Ara Güler” kitabının yazarı Nezih Tavlaş’a yıllar sonra şbaşladı. Önüne gelen her şeyi çekiyordu, ne bulursa... Ve bunları göstermek istiyordu.öyle anlatacaktı:

“Adımı değiştirerek girdim Ermeniyim diye, vermezler diye. Kazandıktan sonra ilan edildi, gittim dedim ki; benim adım Ara Güler’dir.”

Her ne kadar 2000’li yıllarda –muhtemelen böyle duymak isteyen kulakların yönlendirmesiyle- Ermeni olduğu için sıkıntı çekmediğini söylediyse de, henüz 20’lerindeyken böyle bir endişeye kapılmıştı.

Hayatın muhasebesi bizimkine benzemiyor. Babası Dacat, 1915’te tehcire gönderilen Keşişoğulları’nın, İstanbul’da okuduğu için hayatta kalan yegâne ferdiydi. Ve Osmanlı’nın topraklarında yaşamasını istemediği bu ailenin son ferdi Ara Güler, gün gelecek o topraklara ailesinin ölümüne neden olanlardan daha fazla değer katacaktı. Sinema, tiyatro, edebiyat derken ona kimliğini kazandıran fotoğraf makinesiyle ilk kez 22 yaşındayken tanıştı: Rolleicord II. Hiçbir şeyi “az” yapamadığı gibi, fotoğrafı da gani gani çekmeye başladı. Önüne gelen her şeyi çekiyordu, ne bulursa... Ve bunları göstermek istiyordu.

Önce Jamanak gazetesinde yayınlandı fotoğrafları, sonra Yeni İstanbul gazetesinde muhabirliğe başladı. Sadece mesleğini değil, içinde mutlu olduğu atmosferi de bulmuştu. Fikret Adil, Azra Erhat, Oktay Rifat, Melih Cevdet… Ve “beni yetiştiren adamlardan biridir” dediği Sabahattin Eyüboğlu.

“Foto Muhabiri Ara Güler”de belki kendisine dair bir ipucu da taşıyan şu iki cümleyi sarf ediyor Güler: “Şimdi düşünüyorum da, Sabahattin Türkiye’ye gücenik olarak öldü. Sabahattin Eyüboğlu gibi bir adamı Türkiye’nin bilgisizliği öldürdü”.

Acaba Ara Güler’in zaman zaman aşırılığa varan kayıtsızlığının ardında bu kırgınlık mı yatıyor? Eyüboğlu gibi yara almaktan mı korktu da, kendini umursamazlığın kalkanı ardına sakladı?

Yoksa eski eşi Perihan Sarıöz’ün anı kitabında aktardığı gibi; İstanbul’un ara sokaklarında dolaşırken fotoğraflarını çektiği insanların adreslerini alıp, stüdyoya gelir gelmez onları basıp evlerine gönderme zahmetine katlanan bir adam gerçekten kayıtsız olabilir mi?

 

Hayatı yakalamak

Selimiye Camii’nin duvarındaki Allah yazısı ve iki çarşaflı kadın, mezar taşının önünde elinde oyuncak bebeğiyle bir kız çocuğu, bir Beyoğlu pasaj kahvesinde taburelere oturmuş sohbet eden üç adam, geminin lombozundan uzanan adama kâğıt uzatan kadın... Bir kere gördüyseniz hatırlıyorsunuzdur. Onlar Ara Güler fotoğrafları. Altında adı yazmasa dahi, “Ara Güler” çekmiştir dedirten fotoğraflar. Her biri buralardan geçip gitmiş hikâyelerin hatırası. “Fotoğraf bir alettir, makinedir” diyor; “Onunla hayatı yakalarsın. Bir arşiv bir dünyayı getirir. Fotoğraf makinesinin icadı bunun içindir.”

Onun çektiği kareler yan yana geldiğinde bir dünya geliyor vücuda; artık yaşamayan, eğer Güler deklanşöre basmasaydı hiç bilemeyeceğimiz bir dünya... Bilmediğimiz bir İstanbul, tanımadığımız bir Türkiye... Yalnızca yapıların değil insanların da sonsuza kadar değişmekte olduğunun henüz kimsenin farkına varmadığı 1950’ler...

Hiç düşündünüz mü, Ara Güler’in fotoğrafları olmasaydı İstanbul’u yine de bu kadar sever miydik? Bir zamanlar güzel olmuş bir kadının artık enkaza dönmüş suretine bakarken duyduğumuz temelsiz hayranlık gibi, İstanbul’u da aşkla anar mıydık? Yahya Kemal’in “İstanbul’u sevmezse gönül aşkı ne anlar” dizesi, Ara Güler’in siyah beyaz kareleri olmasaydı da işler miydi içimize?

 

Dünyanın fotomuhabiri

Öte yandan İstanbul fotoğrafçısı olarak anılmayı reddettiğini eklemek de boynumuzun borcu: “Bana İstanbul fotoğrafçısı diyorlar. Ama ben dünya vatandaşıyım. Dünyanın foto muhabiriyim”.

Bu sözleri kimilerine böbürlenmek gibi gelebilir ama “Ben olmasaydım Türk edebiyatı ‘yüzsüz’ kalacaktı” derken haksız mı Ara Güler? O olmasaydı Sait Faik’in, Orhan Kemal’in benzersiz kareleri nasıl uzanırdı geleceğe?

Dedim ya, hayatın muhasebesiyle bizimki birbirini tutmuyor. Bugün hepimizin elinde fotoğraf çeken telefonlar var. Ya Sait Faik’ler, Orhan Kemal’ler, Sabahattin Eyüboğlu’lar?..

“İyi fotoğrafçı dikiş makinesiyle de resim çeker” diyor Ara Bey, artık dikiş makinesi de kalmadı. Ancak “ıstırap çekiyoruz” onun deyişiyle.

Bugün 16 Ağustos 2015. Ara Güler’in doğum günü.

Takvim 16 Ağustos 2115’i gösterdiğinde bizden sonraki kuşaklar da Ara Bey’in doğum gününü kutlayacaklar. Çünkü yaşadığımız ülke, bir sonraki çağda birkaç kişiyle anılacaksa onlardan biri Ara Güler olacak.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kendine müslüman 25 Haziran 2016

Günün Köşe Yazıları