Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
‘I speech kürsü’
Tamam… Kabul ediyorum…
Bu aralar, pek sık “İngilizce ukalalağına” kalkışıyor olabilirim. Ama bu haberi, bu sözleri atlamak olmazdı. Üzerine ciltler dolusu yazı, hatta doktora tezi yazılabilecek bir olayın sadece 3 sözcükte özetlenmiş halidir bu.
Kimseyi hor görmek ya da alay etmek değil amacımız. Ama bu kadarına diyecek bir şey bulamıyor insan. Sayın Cumhurbaşkanı, belli ki birkaç sözcük ile sınırlı İngilizcesi ile “Ben burada oturduğum yerde değil, kürsüde konuşmak istiyorum…” (I want to speak at the standing desk) şeklinde bir talepte bulunmuş. İklim Konferansı’nda bir panelde söz sırası kendisine gelen Sayın Erdoğan, belli ki bir devlet başkanı olması hasebi ile, “Sıra sıra dizilmiş insanlardan biri” konumunda değil, onların önüne geçerek “özel bir konumda” hitap etmek istemiş. Zaten, en son o tür “sıra sıra dizili” pozisyonda hitap ettiği yer, hatırladığım kadarı ile şu meşhur “One minute” hadisesiydi. Davos’taki olay (29 Ocak 2009) yani.
Olabilir. Bunlar zaman zaman yaşanan hadiselerdir. Son 3-5 yılda belki 50 kez görüştüğü bir yabancı ülke liderine “Nice to meet you” da (tanıştığımıza memnun oldum) denebilir, bir dil sürçmesi olarak. Aslında “Nice to see you” (tekrar görüştüğümüze memnun oldum) demek istemiştir, eminim.
Bunlar, her yaptığını eleştirelim anlayışındakilerin aksine, bence çok fazla büyütülecek “gaf”lar değildir. Belki de kendisi doğrudan sorumlu değildir. Tercümanlar ne güne duruyor? Girselerdi devreye de, mecbur kalmasaydı kendi (yanlış) söylemeye.
Ama beni, Sayın Cumhurbaşkanı’nın ABD temasları sırasında kullandığı bu “I speech…” lafından çok BM Genel Kurulu’na hitabı ve sonrasındaki bir başka toplantıda söyledikleri etkiledi. Daha doğrusu utandırdı.
Genel Kurul’a hitabı sırasında, “Herkes için adalet, herkes için hukuk, herkes için refah, herkes için barış, herkes için güvenli gelecek” derken, neler hissetti bilemiyorum. Ama dünyaya böyle bir iddialı ve büyük bir “vaaz” niteliğindeki bu sözleri ederken, kendi ülkesinde barışın, hukukun, adaletin, refahın ve güvenli geleceğin nasıl ayaklar altına alındığını, hem kendisi hem de cümle âlem bilmiyor mu sanıyordu?
Dahası, Genel Kurul’un ertesinde bir başka yan toplantıda, üstelik de “Nefret Söylemi ile Mücadele” temalı toplantıda konuşurken “Domuz yemek isteyenler var. Müdahale ediyor muyuz?” dediğini duyduğum anda, benim yüzüm kızardı.
Yani?
Aslında müdahale edebilme hakkı olmasına rağmen, bir “lütuf” yapıyormuş da, “ekstra bir hak” tanıyormuşçasına, üst perdeden bir tolerans(!) gösterisinde bulunuyordu. Yıllar önce yaptığı bir konuşmada “Affedersiniz Ermeni dediler…” sözlerini sarf ettiğinde de aynı utancı (evet ben - onun yerine) hissetmiştim. Ülkemin en üst makamında oturan bir siyasi liderin, “kendisi ile aynı kökenden ya da dinden olmayan, aynı düşünceyi paylaşmayan, aynı biçimde yaşamayan, aynı gıdaları tüketmeyen” insanlara bakışını sergilemesi açısından ibret verici bir “ikrar” anlamına geliyor bu sözler.
“Affedersiniz domuz” da diyebilirdi. O kadarını yapmamış yani.
Aynı saatlerde, yani bu “I speech” ve “Domuz etine bile karışmıyoruz” kelamının edildiği saatlerde, Türkiye’nin caddelerinde trafik polisleri, arabaları durdurup (kendi araçlarında) “Neden sigara içiyorsunuz?” diye insanları sorgulamaya ve ceza kesmeye başlanmıştı. Neden? Çünkü, Sayın Cumhurbaşkanı’nın “çocukların bulunduğu araçlarda bile sigara içiyorlar. Olmaz öyle” mealindeki sözleri, kolluk kuvvetleri tarafından “I order” (ben öyle emrediyorum) olarak algılanmıştı. Hayatı boyunca tek bir sigara içmemiş, ve o lanet zehirli duman üretim kaynağından nefret eden bana bile “Yok artık!..” dedirten bir tür “IV. Murad’vari” hareketler bunlar.
Gerek yok. Üstelik o yanlış inanışla “şaşaalı, şatafatlı harcamalarla, gösterişli saraylar ve makam uçakları ile sağlanmaya çalışılan sözde itibarımızı” ülke olarak beş paralık ediverecek pratikler bunlar.
Nasıl derler?
“Türkiye sizinle…… Mahcup oluyor.”
Geçen gece TV’de bir yandaş gazeteci, Cumhurbaşkanı’nın BM Genel Kurulu konuşmasını “Eski SSCB lideri Nikita Kruşçev’in tarihi (ayakkabısını çıkarıp kürsüye vurduğu) BM konuşmasına” benzetiyordu. Talihsiz bir karşılaştırma tabii. Her açıdan. Yarım asrı aşkın Türkiye-ABD ilişkilerinde belki de en kritik dönemden geçilirken iki ülke devlet başkanları arasında “girdi-çıktı on beş dakikalık” bir randevu bile alınamamamış olması “itibar” ve durulan yer ile ilgili sanırım yeterince fikir veriyor.__
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
En Çok Okunan Haberler
- Saadet'te yeni genel başkan belli oldu
- Kriminal raporun ayrıntıları ortaya çıktı
- İktidarın '25 Kasım' korkusu
- İstanbul'da aile katliamı
- AKP sayesinde bu düş de gerçek oldu!
- 4 kişiyi öldürüp intihar etti!
- Akalın'dan İYİ Parti'yi karıştıracak açıklama
- Gökçek döneminde belediyeden geçen karar pes dedirtti!
- CHP'li vekilden Masterchef Sergen'e tepki
- Türk ordusunun Kubilaysızlaştırılması