‘Milliyetçiliğin büyüsü, rastlantıyı yazgıya dönüştürmesidir’

16 Aralık 2015 Çarşamba

Başlıktaki sözlerin de içinde yer aldığı “Hayali Cemaatler”in yazarı Benedict Anderson’u kaybettik. Etniklik, milliyetçilik, ulus-devlet üzerine yazdıklarıyla benim düşünsel serüvenimde de önemli etkisi olmuş bir sosyal bilimcidir o.

Anderson’un söyledikleri belki genelde orijinal sayılmaz ama geliştirdiği kavramsal formülasyon onu seçkinleştirmiş, okuyanlarda verimli esinlenmelere yol açmıştır. O, ulusların eski (kadim) değil yeni (modern) oluşları; doğal değil “inşa” ve “icat edilmiş”likleri noktasında konunun uzmanı (Gellner, Hobsbawm gibi) diğer isimlerle mutabıktır. Ulusun ezeli-ebedi olmayıp “tarihsel”liğini işaret ediş yörüngesi açısından ise farklı ve özgündür.

Ona göre ulus, “hayal edilmiş bir siyasal topluluktur”, çünkü bir ulusun üyeleri (vatandaşlar) topluca birbirlerini tanımaz, reel ilişkiler kurmaz ama hepsinin zihninde aynı topluluğun üyesi oldukları hayali vardır (“Hayali Cemaatler”, Metis, 1995, s. 20). Hâlbuki geleneksel bir cemaatte hem yüz yüze ilişki esastır, hem de üyelerin birbirine aşinalık oranı çok yüksektir.

Ulus denilen bu “hayali cemaat”i var eden “hayati” şart kapitalizmdir, ancak Anderson daha özel (ve “operasyonel”) olarak “matbaa kapitalizmi”nin altını çizer. Basılı malzemelerin yaygınlaşıp metalaşarak pazar oluşturması, Avrupa’da feodalitenin çözülmesi ve modern ulus-devlete gidiş yolunda Katolikliğin dinsel-politik, Latincenin de dilsel-politik iktidarının sonunu getiren iki önemli tetiklemede bulunur. Dinde ulusallaşmaya gidişin önünü açan Protestan Reformizmi’ni de (Anderson, Luther’in ilk “best seller” yazar olduğunu ileri sürer!); Fransızca, İngilizce, İspanyolca gibi halk dillerinin lehçe çokluğundan “derleme” yolu ile çıkıp ulusallaşmalarını da “kâğıt-baskı-yayın” temelli pazar mekanizması desteklemiştir.

Sürece en çok ivme kazandıran “matbu” etken olarak Anderson, romanın yanı sıra elinizde tuttuğunuz ürün, gazeteyi de işaret eder. Gazetenin 18’inci yüzyıldan itibaren her sabah adeta bir kitlesel ayin gerçekleştirircesine herkes tarafından eşzamanlı tüketilmesi, bu tüketimin “tahayyül edilir” olması, varlıkları bilinse de kimlikleri bilinmeyen milyonlarca kişi ile bir topluluk beraberliğine güveni pekiştirir (s. 4950). Dolayısıyla ulus denilen “hayali cemaat”, yüz yüze iletişimin yaygın olduğu gerçek cemaatten farklı olarak kitap, dergi, gazete gibi “medyatik” iletişim yoluyla anlam kazanır.

Anderson’u ilk okuduğumda Avrupa’da matbaanın kullanıma girmesinin onunla çağdaş ve neredeyse eşzamanlı olan İstanbul’un fethinden çok daha büyük önemde olduğunu hissetmiştim. 1453’te İstanbul’u fetheden Osmanlı, aslında bitmiş bir hayata talip olmuştur. İki yıl sonrasında Almanya’da Gutenberg’in bastığı ilk kitapla matbaanın kitlesel kullanıma yönelik işlerliğe girişi ise dünya üzerinde yeni bir hayatın en büyük itici gücüdür.

Anderson’la ilgili “şahsıma özel” bir başka nokta da Türk modernist muhafazakârlığı üzerine çalışırken bir şiirinde Yahya Kemal’in onu adeta “müjdelediği”ni keşfetmek oldu! “Hayali Cemaatler” yazarı, 20’nci yüzyıl başlarında Yahya Kemal’in dizelerinden fışkıran hissiyata aynı yüzyılın son çeyreğinde tercüman olmuş gibidir.

Şiiri paylaşıp her ikisini de saygıyla yâd ederek bitirelim:

“Kimlersiniz? ya bağrı yanık kimselersiniz! / Yâhud da her sabâh uyanık kimselersiniz! / Dünyâ üzerinde bir sefer olsun, tanışmadan / Öz çehrenizle sizleri görmekteyim bu an / Sizlersiniz bu ânı ışıklarla Türk eden! / Eksilmesin şu mutlu şafaklar bu ülkeden! / Gönlüm, dilim, kanım, mizâcımla sizden’im / Dünyâ ve âhirette vatandaşlarım benim.”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları