Katar katar gülünç dinbazlıklar

12 Temmuz 2017 Çarşamba

Katar krizi çıktığından beri iktidarın politikası gerçekçilikten uzak “dinbaz” bir ideolojik açıkgözlülükten ibaret “ümmet kardeşliği” retoriğinde takılıp kaldı.
Artık gayet açık seçik ortada ki böylesi safdil bir İslami “özcülük”, politik tavır olarak ancak “iç piyasa”da iş yapıyor. AKP’nin aslında bir dış politikası kalmadığını; “dış politika” diye ortaya konulanların esasen “iç”e dönük hedeflerle tanzim edildiğini ve iç-politik konsolidasyonu ha bire yeniden üretmeye endeksli olduğunu da düşündürüyor.
Arap-İslam coğrafyasında AKP ağzıyla biz, kendimiz söyleyip kendimiz dinliyoruz.
Batı-Hristiyan âlemini dize getiren, “İslam’ın kılıcı” lâkabını hak eden ve “Emir ül-Müminin” olmaya doğru giden bir liderlik tasavvuru eşliğinde övünç doluyuz!..
Gel gelelim içeriye, kendi içimize dönük bu övünç, onun referansı olan dünyada en hafif deyişle “gülünç” karşılanıyor.
Biraz daha ciddiye alındığında Türkiye’ye karşı mesafe, soğukluk ve rahatsızlıkları karşımıza çıkarıyor.
Fakat iş iyice ciddiye bindiğinde çok daha açık seçik eleştiri ve uyarılar, daha yüksek perdeden had bildirmeler ve dozunda yaptırım, hatta tehditler de kendini göstermekten geri kalmıyor.
Önceki günkü Cumhuriyet’te Duygu Güvenç’in “Körfez ülkeleri Türkiye’yi istemiyor” başlıklı haberi, buna en son çarpıcı örnek.
Katar’a yaptırım kararı alan Körfez ülkelerinin, Türkiye’nin sürece müdahalesini reddettiklerinin kaydedildiği haberde üst düzey bir Arap diplomatının, “Körfez Arap İşbirliği Konseyi olarak Türkiye’den süreçten uzak durmasını istiyoruz” diye başlayan değerlendirmesine yer verilmekte.
Arap diplomat, Katar üssüyle ilgili kararın TBMM’den geçirilmesinden sonra Türkiye’nin Katar’la birlikte “problemin bir parçası” haline geldiğini belirtmiş. “Çavuşoğlu Katar ve Suudi Arabistan’a gitti; Türkiye’nin devreye giremeyeceğini gördü. Bizim Konsey olarak kendi mekanizmalarımız ve süreci çözecek yöntemlerimiz var; Türkiye’nin dahil olmaya çalışması, sorunu sadece daha da karmaşıklaştırır” diyerek devam etmiş.
Yani gayet usturuplu şekilde, Anadolu’dan “Körfez”e hariçten gazel okumaktan vazgeç, haddini bil, otur oturduğun yerde, bu iş seni aşar demeye getiriyor.
Bunları gayet usturuplu söylüyor da sıra Türkiye’nin devreye girmekte ısrar etmesi durumuna gelince aba altından sopa göstermekten geri kalmıyor. “Biliyorsunuz son dönemde çok sayıda Arap Türkiye’den konut alıyordu, artık tereddütlüler; en çok da Arap yatırımları konusunda tereddüt yaşanıyor” diyerek...
Fakat bence değerlendirmenin bam teli, Arap diplomatın şu son sözü:
“Türkiye, ideoloji yerine ulusal çıkarlarını düşünmeli!..”
Batı-dışı dünyanın ulus-devlet kapitalizmine intikal ve intibakı çok zor, sarsıntılı ve bir dolu sorunu beraberinde getirerek oldu.
Batı-dışı halklar, toplumlar ve onları yönetenler, İslam dünyası dahil olmak üzere, ne kadar kızsalar da, sayıp sövseler de bu “acı gerçek” karşısında kayıtsız kalamadılar. Kendi içlerinden “ideolojik” tepki, itiraz, reddiyeler bol bol baş gösterse de sonuçta “ekonomi- politik gerçekçilik”le hareket etme basiretinde oldu hemen hepsi.
İşte Arap diplomatın suratımıza çarpan sözleri de böylesi bir gerçekçiliğin nişanesi.
Tıpkı 20’nci yüzyılın başında kendince bir ulus-devlet inşası derdine düşmüş Mustafa Kemal’in, ulus-aşkın bir “pan-İslamist” ufukla kendisinden halife olmasını isteyen bazı İslam ülkeleri temsilcilerinin bu taleplerini ona ileten Antalya mebusu Rasih Efendi’ye şu cevabî sözlerinde olduğu gibi:
“Başlarında kralları, imparatorları bulunan teb’anın bana îsâl ettiğiniz arzu ve tekliflerini ben nasıl kabul edebilirim. Beni halife yapmak isteyenler, emirlerimi infaza muktedir midirler? Binaenaleyh, mevzuu, medlûlü olmayan mevhum bir sıfatı takınmak gülünç olmaz mı?..”
Yaklaşık bir asır kadar sonra biz, buna benzer bir “gülünçlük” içinde mağripten maşrıka siyaseten bir oyun oynamaktayız!..
Türkiye, AKP marifetiyle “İslamcılık” oynuyor.
Türkiye, AKP marifetiyle “İttihad-ı İslamcılık” (pan-İslamizm) oynuyor.
Türkiye, AKP marifetiyle “Osmanlıcılık”, “Osmanlı İslamcılığı” oynuyor.
Dinin maalesef oyuncak kılındığı bu “oyun”a onun için (“dinle oynamak” mânâsına) “dinbazlık” diyoruz da başka bir şey demiyoruz!..  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları