‘Erken öten horoz’un sabah ezanı derdi bitti!

27 Şubat 2017 Pazartesi

Bir yılı aşkın zaman önce bu köşede bir yazı yazdım. “Kakofonik ezanlar” başlıklı ve Attilâ İlhan’ın işgal İstanbul’unda geçen “Dersaadet’te Sabah Ezanları” romanının şu unutulmaz satırlarıyla başlayan:

“Dersaadet’te sabah ezanları!.. Boğaziçi’nde düşman zırhlılarının; Haydarpaşa ve Sirkeci garlarına, limana, kara ve deniz gümrüklerine, posta ve telgraf idaresine çöreklenmiş ‘düşman’ zabitlerinin üzerinde, yalnız onlardır ki şehrin asıl sahiplerinin elinden hâlâ çıkmadığını duyurmaktadır.”

Bu toplumun merkezi bir kimlik simgesi olan ezana ilişkin bu çarpıcı, edebi ve “estetik” değerlendirmeyi kaydettikten sonra sözü bugünkü ezanlara getirdim.

Onların ne yazık ki hiçbir insani ve estetik kaygı gütmeksizin sert sert; kundaktaki bebeği uykusundan hoplatacak tonda bağıra bağıra; nihayet birbirine neredeyse yürüme mesafesindeki camilerden eşzamanlı olmayan şekilde, nahoş bir kakofoni yaratarak okunduklarını vurguladım.

Hoparlörle yüksek desibelde okunan ezanın ibadete davet eden bir yumuşaklık ve sıcaklıktan yoksun olduğunu, teknolojik ve mekanik bir soğukluğa, rahatsızlığa yol açtığını kaydettim.

Tüm bunların da dindar bir olgunluktan ziyade, bir iktidar sarhoşluğuyla da ilişkilendirilebilecek şekilde dinbaz-politik bir hamlığı işaret ettiğini vurguladım.
Naçizane, başta Diyanet olmak üzere konuyla ilgili kurum ve kişilerin dikkatini çekmeyi de hedefleyen bir yazıydı.

***

Ne mi oldu?

Beklemediğim şekilde kıyıdan-köşeden hakaret, tehdit ve ihbar dolu bir tezvirat başladı. “Kakofoni”yi (bilerek/bilinçlice) “kaka”foni şeklinde yazarak benim dine, “Ezan-ı Muhammedî”ye hakaret ettiğimi ileri sürüp alçakça hedef göstermeye çalıştılar.

Elbette ateş olsalar cirimleri kadar yer yakarlardı, o ayrı, ama çok üzüldüm tabii!.

***

Şimdi ne mi olmakta?

Diyanet İşleri Başkanlığı, Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde gerçekleştirilen bir çalıştay ile bu meseleye nihayet el attı. 75 bin imama şan ve makam eğitimi verilecek.

Ezanın ses düzeyi, okunma şekli sağlıklı ve estetik bir çerçeveye oturtulacak. Dini musiki ve ses eğitimiyle ilgili sertifika programları geliştirilecek.

Ve en önemlisi, cami ses cihazlarının desibel ölçümü yaptırılıp ezanların 80 desibeli aşmamasına özen gösterilecek.

E, bizim derdimiz ve muradımız da buydu!..

O yüzden biz yediğimiz küfürlerle, uğradığımız hakaretlerle, oturtulduğumuz hedef tahtalarıyla kalsak da Diyanet’e takdirlerimizi iletiyoruz!..

***

Başka ne mi olmakta?

Karar gazetesinde yazılarını hiç kaçırmadığım Beşir Ayvazoğlu da Diyanet’in bu girişimini İslâmi kültür ve estetik çerçevesinde değerlendirip destekleyen üst üste iki nefis yazı kaleme aldı.

Benim uzun zaman önce yazdıklarımla da yer yer buluşur şekilde, “ben ezanın sesinin kısılmasını isteyenler kadar, sonuna kadar açılmış hoparlörlerle müminleri bile rahatsız edecek derecede kötü okunmasına itiraz etmeyenlere de öfkeliyim” diyor mesela. Ve şöyle devam ediyor:

“Güzel sesli ve musiki eğitimi almış müezzinlerce okunan ezanların son derece etkileyici olduğu muhakkaktır. Şehirleri motor gürültülerinin istila etmediği zamanlarda, araya hoparlör ucubesi sokulmadan, insan sesinin bütün tabiiliği ile okunan ezanlar birçok şaire ilham kaynağı olmuştur. (…) Bu yazdıklarımdan hoparlörün yasaklanmasını istediğim anlamı çıkarılmamalıdır. (…) Ancak desibel ayarlarının yapılması, özellikle çok sayıda caminin bulunduğu bölgelerde merkezi bir camiden güzel sesli bir müezzinin ezanı mikrofonla okuması, o civardaki camilerden de müezzinlerin tabii sesleriyle ona iştirak etmeleri daha ‘estetik’tir, daha insanidir.”

***

Beşir Ayvazoğlu üstada bu güzel yazılarından dolayı teşekkürlerimi iletirken düşünmeden de edemiyorum! Her ne kadar onun gibi içerden, derinden ve “ârifen” olmasa da aynı yönde bir hassasiyeti dile getirdiğim 2015 Kasımı’nda neden ben

İslâma, kutsal değerlere hakaretle itham edildim?!

Adeta Charlie Hebdo kurbanlarını ürpertici şekilde akla getiren bir tepkisel yaklaşımla karşı karşıya kaldım?..

Cumhuriyet gazetesi yazarı olduğum için mi?

Öteki mahalle”den olduğum için mi?

Kendi hesabıma, boyuma bosuma bakmadan ilgililerin dikkatini onlar harekete geçmeden önce çekmeye çalıştığım için mi?

Şimdi Diyanet harekete geçtikten sonra yazmadığım için mi?

Yani, “erken öten horoz” olduğum için mi?..



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları