‘Çocukluğun ilanı’dır 23 Nisan!

23 Nisan 2018 Pazartesi

Çocukluğun modern zamanlarda, yani Yeni Çağ’dan itibaren keşfedildiği, Orta Çağ’da ise adeta bir “kayıp kıta” olduğu görüşü çok işlenmiş, tartışılmıştır. Ben de bu köşede başka vesilelerle değindim. Bilindiği üzere tezin kaynağı, Fransız tarihçi Philip Aries... O, Avrupa Orta Çağ’ına ilişkin görsel tarihsel belgelerden hareketle çocukların Orta Çağ’da “çocuk-luk” hallerinin bulunmadığını, başlı başına bir kültürel (duygusal) kategori olarak çocukluktan söz etmenin mümkün olmadığını öne sürmüştür.

Tabii Ariés’in abarttığına dair bir tepkisel mutabakat vardır ve çocukların tarihin her döneminde “çocuk” olarak bilinip ayırt edildiği hususundaki karşı çıkışlar, onun tezini ihtiyatla karşılamayı kaçınılmaz kılar. Ne var ki çocukların, adına “çocukluk” denen bir “kültürel tekne” içinde alabildiğine yoğrulup hayata hazırlanmasının gerçekten de modern dönemde beliren ve bu dönemin ekonomi-politik ihtiyaçlarıyla uyarlı bir gelişme olduğu savını da kanımca yabana atmak mümkün değildir. En azından kendi çalışma alanım antropolojiden gelen veriler, bebeklik ile yetişkinlik arasında özel ilgi ve muameleye tâbi bir kültürel özelleşme alanı olarak çocukluğun ne avcı-toplayıcılarda, ne tarımcı köylülerde, ne de hayvancılıkla geçinen konar-göçer topluluklarda mevcudiyetini gösterir. Çocukluk, modern (şehirli-endüstriyel) toplumlarda karşımıza çıkan ve esasen iki amaca hizmet eden bir "yenilik"tir. Bunlardan birincisi, söz konusu toplumların iş bölümüne, mesleki farklılaşmaya dayalı işleyişi doğrultusunda ihtiyaç duyduğu iş-güç sahibi “profesyonel” insanı yetiştirme zorunluluğudur. İkincisi ve daha önemlisi, modern toplumun siyasi karşılığı olan “ulus-devlet”in ihtiyaç duyduğu “yurttaş”ı var etme zorunluluğudur.

Her iki zorunluluk, çocukluğu, modern-öncesi toplumlarda olduğu şekilde bebekliğin ardından varla yok arası ve hemencecik yetişkin yaşamla (geçim derdiyle) bütünleşik bir evre durumundan çıkarmış; modern toplumun meslek sahibi yurttaşı olmaya yönelik başlı başına ve uzun süreli bir hazırlık evresi yapmıştır.

Elbette bu evrenin başat bir mekânı da vardır: Okul… Ve aslında çocukluk, okulla muteberdir.

Okul, ulus-devlete çocuğun hazırlandığı yer, bir anlamda onun “2’nci ev”i olmuştur.

Dolayısıyla çocukluk bu bakımdan insanın içerisinde doğduğu evden, aileden, ana-babadan ayrılıp yeni bir “ana-baba”nın himayesine bırakılması olarak da değerlendirilebilecek bir evredir. Yeni ev, ulus; yeni ana, okul; yeni baba da devlettir. Hoş bir örnek, meşhur okul şarkımız, “Daha dün annemizin"de hepimizin bildiği sözlerin ardından gelen ve pek bilinmeyen şu dörtlüktür:

“Okul yurt güneşidir / Bize bilgiler saçar /Annemizin eşidir / Severek kucak açar.”

Demek ki çocukluk, en işlevsel çerçevede ulus-devletin “yurttaş”a ihtiyacının sonucudur.

O halde bu topraklarda da Cumhuriyet’in kuruluşu sonrasında, ulus-devlete giden yolun en önemli hukuki dönemeci olan 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılışına yönelik anmanın aynı zamanda Çocuk Bayramı olarak takdir edilmiş olmasını, idealist bir güzellik olmanın ötesinde gayet “realist” bir motivasyonla açıklamak gerekir.

Yeni ulus-devlet, çocukta “yurttaş”ı görmek istemiştir. Bu doğrultuda “ulusal” egemenliğin simgesi olan Meclis açılışı ile bir kültürel kategori olarak çocukluk buluşturulmuştur.

Çocukluğun tarihsel ve toplumsal serüvenine ilişkin yukarıda aktardığımız özet doğrultusunda bakıldığında, Cumhuriyet kurulduğu zaman modern Batı’da olduğunun aksine bu topraklarda “çocukluk” yoktur. Çünkü Türkiye yüzde 90’ı kırsal alanda tarımsal etkinlikle hayatını sürdüren ve yine yüzde 90-95 oranında okuryazar olmayan insanın bulunduğu bir köylü toplumudur. Ve bu yaygın tarımsal yaşantının bir sonucu olarak da bebeklikten yetişkinliğe yıldırım hızıyla geçilmektedir. Ne demiştir mesela Cumhuriyet’le beraber 1923’te doğmuş edebiyatımızın abide ismi Yaşar Kemal, hatırlayalım:

“Bana hiçbir zaman çocukmuşum gibi köyde kimse davranmadı. Başka çocuklara da… Ben köyden ayrılıp şehre düşünce çocukların çocuk olduğunu anladım.”

Sözün özü,; Cumhuriyet, ulus-devletin ihtiyaç duyduğu okuryazar, eğitimli, meslek sahibi “birey-yurttaş”ı var etme yolunda yaklaşıp önemsedi çocuğu da, çocukluğu da… Ulus-devlete giden yolda simgesel anlamı en büyük günü çocuklara hediye etmenin önemini bu sosyopolitik arka plân üzerinden anlamak, anlamlandırmak gerekir.

O yüzden 23 Nisan Çocuk Bayramı, bu topraklarda “çocukluğun ilanı”nı da işaret eder.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları