Bitiş ve tarih

18 Aralık 2016 Pazar

Bugün şu “Hilafet isteriz” yürüyüşü üzerine bir yazı mı yazsam diyordum.
Ya da Hüsnü Mahalli’nin tutuklanması ve ona yönelik suç isnadındaki garabet üzerine mi yazsam diyordum.
Veyahut da Ayşenur Arslan’ın Mahalli’ye yönelik bu operasyon karşısında dayanamayıp programına son vermesi; akabinde Halk TV’nin aynı doğrultuda bir duyarlılıkla kendi ekranını kendisinin karartması üzerine mi yazsam diyordum.
Yani bir bakıma muhalif her kesim ve herkesin adeta “Şeyh Bedreddin’in kendi idam fetvasına kendi mührünü basması”na benzer mahiyette bir noktaya geldiği üzerine bir yazı mı?..
Yazsam, diyordum.

***

Bunların hiçbirini yazamadığım gibi, tam aksi istikamette “Hiçbir şey yazmasam” deme noktasına geldim.
Dün sabah Kayseri’den gelen haber, Türkiye’nin artık giderek hiçbir şey yazılamaz, söylenemez, konuşulamaz bir kanlı-karanlık olduğu duygu ve düşüncesini pekiştirir mahiyette üzerime çöktü.
Cumartesiler, haftanın yorgunluğunu bedensel, zihinsel ve ruhsal tazeliğe dönüştürme yolunda neşeyle başlanan bir tatil günü olma hüviyetini yitirdi artık.
Cumartesiler, uğursuz ve lânetli bombaların, patlamaların, parçalanmaların, parça parça bölünüp öfkeye, kine, nefrete bulanmaların “sabah karanlığı” oldu artık.
Cumartesiler, olup bitenler üzerine yazmaya kalktığınızda da öncekilere eklenecek yeni küfürlerin, yeni tehditlerin, yeni linç girişimlerinin önünü açan bir alacakaranlık oldu artık.

***

Bir bitişin içindeyiz.
“Eleştirel akıl”ın bitişini yaşıyoruz.
“Muhalif düşünce”nin bitişini yaşıyoruz.
“Nesnel çözümleme”nin bitişini yaşıyoruz.
“İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batırma” ferasetinin bitişini yaşıyoruz.
“Kral çıplak” demenin, diyebilme imkân ve iradesinin bitişini yaşıyoruz.
Yani...
Demokratik Türkiye umudunun bitişini yaşıyoruz.

***

Bu bitiş, olup bitenler üzerine söylenenlerde, “söylenmeyen”leri görme, ayırt etme ve gösterme çabasının da önünü kapatıyor.
Mesela, Kayseri’deki patlama sonrası terör uzmanı Abdullah Ağar diyor ki:
“Bu, bir doğrusal-olmayan [asimetrik] savaş. Bu savaşta amaç, devletin dengesini ve insicamını bozmak...”
Ama spikerin “Neden terör saldırıları son dönemde arttı” sorusuna binaen de diyor ki:
“Biliyorsunuz, eski İçişleri Bakanı Efkan Ala, Emniyet-İstihbarat’ın yüzde 95’i FETÖ’cü çıktı demişti. O yüzden şu anda orada bir “vakum” [boşluk] var. Devlet elbette bunu doldurmak için uğraşıyor. Ama kabul etmek gerekir ki bu, o kadar kolay değil.”
Her iki ifadeyi birlikte değerlendirirsek gayet açık ve net şekilde devletin denge ve insicamının aslında çoktan bozulmuş olduğu ortaya çıkmıyor mu?
Şimdi terör örgütü (FETÖ) addedilen yapının Emniyetİstihbarat’ın yüzde 95’ine hâkim olmuş olması başka nasıl açıklanabilir?
“Paralel devlet” tabirinin bizzat iktidar ağızlarınca telaffuz edilmeye başlandığı andan itibaren bariz değil mi devlette denge ve insicamın kalmadığı?..
Dolayısıyla şimdi hangi denge ve insicam bozulmasından bahsediyorsunuz?!
Doğrusu şu ki devletin denge ve insicamının bozulması yolunda 2000’lerin başından beri siyasi otoritece yapılanların sonucunda bugün, ekilmiş olanlar biçilmiyor mu?
Ne yazık ki, ne acı ki, ne vahim ki böyle değil mi?..

***

Ama artık ne bunları sorabiliyoruz...
Ne haksız, hukuksuz, mesnetsiz gözaltıları sorabiliyoruz...
Ne de “Cumhuriyet” olarak arkadaşlarımızın 43 gündür yargı önüne çıkarılmaksızın tutukluluklarını sorabiliyor, sorgulayabiliyoruz.
Bir “bitiş”in içinde, onun bir parçasıyız ve belli ki “Tarih”ten başka sığınacak liman ya da “yatacak yer” kalmadı bize artık.
Artık tarih, bizim tek yatağımızdır!..  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları