Aileye umudun öyküsü

23 Ağustos 2015 Pazar

Yaz ekranlarımızdaki ergen iktidarına karşılık gelen dizileri değerlendirmeye devam ediyoruz. Bunlardan biri de Kanal D’deki Yaz’ın Öyküsü.
Burada da çok yabancımız olmayan, Yeşilçam sinemasında bol örneğini bulabileceğimiz bir klişe karşımızda. Anne-babasını küçük yaşta kaybedip yoksulluğa düşüp sonra mucize kabilinden onlara kavuşan veya ayrılmış anne-babasını tekrar bir araya getirmek için olmadık işler çeviren çocuklar (Zeynep Değirmencioğlu, Ömercik canlandırmaları) yıllarca geldi geçti beyazperdeden.
Ancak tabii ki zaman farkı burada da söz konusu… Melodramların rağbette olduğu günlerde bugüne kıyasla kapalı toplum yapısı içindeki Türkiye’de, kadının kamusal alanda ve çalışma hayatında çok fazla görünürlüğünün olmadığı bir sosyo- ekonomik iklimde aile ve evlilik kurumları açısından “hayati” bir sorun yoktu.
Şimdi var. O yüzden arada da çok önemli bir nüans var: Eski kurgular, ailenin yeniden-üretimine (“reproduction”) yönelikti. Şimdikiler ise aileye yeniden hayatiyet kazandırmaya, onu “rehabilite” etmeye dönük bir itkiyle biçimlendiriliyor; günümüz Türkiye’sinin çok önemli ve kuvvetle muhtemel ki bugün ekran karşısında çoğunluğu oluşturan 12-19 yaş grubu “ergen” seyircinin de aşina olduğu, deneyimlediği bir gerçekle titreşim içinde. “Parçalanmış aile” gerçeğiyle…
18 yaşındayken bir gecelik ilişkiyle hamile kaldığı gencin babasının çevirdiği dolapla çocuğunu doğumda kaybettiğini sanan; böylece “umudun öldüğü” bir dünyayı deneyimledikten sonra şimdi televizyonda “Umudunu Kaybetme” adlı programda umut hayali satan; bunların hepsini de adında tortop etmiş Umut (Vildan Atasever), programına bağlanan bir hemşireden kızı Yaz’ın (Ece Çeşmioğlu) yaşadığını ve bir yetiştirme yurdunda olduğunu öğrenir.
Böylece bir kaybolmuş aileden “parçalanmış aile”ye açılan bir umut kapısı var ve reyting izin verir de uzun ömürlü olunursa hikâyemiz bu parçalanmışlığın üstesinden gelip aileyi “rehabilite” etmeye doğru yeni umutlara da yelken açacak gibi görünüyor.
Ancak an itibarıyla “ailevi parçalanmışlıklar”ın üzerinde durmak belli ki çok daha “işlevsel” gözükmekte. Çünkü yukarıda belirttiğimiz gibi azımsanmayacak sayıda ergenimizin dünyasına hüzünle hitap ederken onlara yalnız olmadıkları hissini de verebilecek bir vurgu söz konusu burada.
Dizide Yaz’a ek olarak neredeyse bütün karakterler parçalanmış ya da mutsuz, sadakatsiz, sağlıksız aile deneyimlerinden çıkmış olarak karşımıza geliyorlar. Yaz’ın babası Mert (Tansel Öngel), ailesinin kendine yönelik ideallerinin aksi bir yolda yürüdüğü için fiilen reddedilmiş, karşılık olarak da evini terk etmiş ve babasından nefret eden bir adam.
Umut’un program yapımcısı olup ona pırıltılı bir kariyer kapısı açmış ve şimdi onunla evliliğe yol tutmuşken karşısında (eski sevgili ve “baba” formunda) bir rakip bulan Tunç (Çağdaş Onur Öztürk), annesinin sadakatsizliğine hem şahit olmuş, hem de bu sadakatsizliğin meyvesini bir üvey kardeş olarak yanı başında taşıyan biri.
Yaz’ın yetiştirme yurdundan en yakın arkadaşı, ama ona sevgiden çok kıskançlık ve hınçla bağlı Ekim (Tuğçe Açıkgöz), babasını gözleri önünde öldürmüş annesinin ruhunda yarattığı hasarlarla büyümüş bir çocuk. Yaz ve Ekim’in yetiştirme yurdundan arkadaşları (ve âşıkları) Ferhat (Tarık Ündüz) ve Caner (Deniz Gürzumar) ha keza!..
Yaz’ın Öyküsü’nü karakterize eden bir nokta bu: Dizi, “parçalanmış aile” gerçeğinden çıkış bularak bu gerçeği hemen tüm karakter yapılanmalarında kullanarak kurgusal örüntüsünü oluşturuyor. Böylece yakalanan ilginin de söz konusu parçalanmanın onarımına yönelik hayal kapıları açılarak, umut kıpırtıları eşliğinde sürdürülmeye çalışılacağı anlaşılıyor.
Tabii dizinin başka karakteristikleri de var. Özellikle günümüz anne-kız ilişkilerinin yapısına, psiko-kültürel derinliklerine yönelik sondajlar mesela. Ama bunu tartışmayı bir başka yazıya bırakalım.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları