Şükran Soner
Şükran Soner soner@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Halkın Vergisiyle 76 Milyona Değil, İktidar Otoritesine Kamu Hizmeti

08 Haziran 2013 Cumartesi

Yandaşlar, halkın özgür iradesi ile gönüllü, gecenin yarısından sonra, AKP’den, örgütlerden resmi çağrı olmadan, büyük kalabalıklar olarak Başbakan’ı karşılayıp desteklerini gösterdiklerini açıkladı... Atılan sloganlardan da çıkacak sonuç bu. Başbakan Erdoğan’ı en çok destekleyenlerden bir karşılama söz konusuydu... Ancak resmen ilan edilmemiş olması, karşılama için parti örgütlerinin çalışmadıkları anlamına gelmeyeceği gibi, yaşananların, bu kez galiba daha çok AKP cephesinin içinde gelişen siyasal havanın sonucunda, en çok sevenlerinin bireysel sorumlulukla gitmiş olmaları da kuşku götürmez. Yazması bize değil cepheden uzmanlarına yakışır... Zaten bu yazıda anlatılmak istenenlerle uzaktan yakından ilişkisi yok...

\n

Bizi ilgilendiren İktidarlarının demokrasi, iktidar, yönetim anlayışı, kamu hizmetlerinde yaşamın her alanına dönük olarak Başbakan Erdoğan’ın söz konusu bu karşılamalı konuşmalarında da sözünü ettiği “76 milyonu kucaklayan demokrasi, hizmet anlayışlarının” ne kadarıyla doğru olduğuyla ilişkili... 76 milyonu bu nasıl bir kucaklama, kamu hizmetlerinde eşitlik anlayışıdır ki Başbakan’ın toplum için yaşamsal bir dönemeç noktasında vazgeçmediği yurtdışından dönüşünde, İktidarlarına, politikalarına destek karşılama gösterisi için gelişleri kolaylaştırmak üzere, metro, metrobüs, otobüs seferleri sabaha kadar hizmet vermeye açık tutuluyor. Oysa çoğunlukla ucuz uçak seferleri gece yarısından sonraya kaydığı halde, yolculuk gidiş-dönüşlerinde gece yarısından sonra bu hizmetler halkımıza verilmiyor.
Durun durun daha vahimi belediyemiz, 1 Mayıslarda emekçilerin Taksim’e gidiş, hukuk devleti, demokratik düzene aykırı olarak İktidarlarının iradesiyle, Başbakan demeçleriyle yasaklandığında, ilgili hatlar üzerinden metro-metrobüs seferlerini yasaklıyor... Kalabalıkların durdurulamadığını görünce de, yasaklar, otobüslere, vapurlara, yetmez özel taşımacılık hizmeti verenlere de uygulanarak İstanbullular esir alınıyor... Yürüyerek gitmeye kalkanlar malum ilaçlı basınçlı su, biber gazı, barikatlar, polis kayıtlarında görünmeyen misketler; bilemediğimiz, kanıtlayamadığımız, acı sonuçlarını deneyerek yaşadığımız başka başka kimyasalların, tekniklerin katkılarıyla püskürtülüyorlar...

\n

***

\n

Hani önüne gelen bol keseden atıp tutuyor ya... Türkiye’de 1960’lı, 70’li yıllarda çağdaş demokrasiler ölçeklerinde gelişebilmiş parlamentolar dışı demokrasi, sendikalar, meslek örgütleri, sivil toplum örgütlenmelerinin dibe vurması askeri darbeler dönemlerinin solu ezen operasyonları ile sınırlı kalmadı... Asıl kalıcı darbeler, yeni sivil iktidarlar elinde, yasaklı anayasal, yasal düzen uygulamalarına, çoğunluk sivil iktidar icraatlarının diktatörleşme eğilimleriyle vuruldu... Özalizm-Erdoğanizm iktidar süreçleri sendikalar başta, hak arama örgütlülüklerinin dibe vuruşu ile birlikte sosyal damping, kuralsız çalıştırma.. aldı başını yürüdü... Yaşamın her alanına dönük uzmanlık, hukuk, denetim kurumlarının işlevsiz kılınması, medya güdülemesi gücünün ele geçirilmesiyle birlikte, kamu yararı, demokratik düzen, hak arama algılaması da dibe vurdu.
Halkın valisi, polisi, belediyesi, halka ayrımsız hak niteliğinde hizmetlerde iktidarları, Başbakan’ı başta herkesin 76 milyonu kucaklama sorumluluğu, zorunluluğu unutuldukça, partizanca, yandaş, hukuksuz, haksız icraatlar doğalmış gibi algılanır oldu... Bizi dipten sarsan, gençliğin, sosyal medya ağırlıklı 90’lı kuşağın, var olan siyasetlerin dışında, çok renkli, özgürlükçü.. oldukları öne çıkarılan Taksim, Gezi Parkı direnişçileri gündemimize gelirsek... Toplumbilimcilerin
“kırılma, direngen, dengeleri değiştiren nokta..” dedikleri gelişmeler, genellikle atlandığında, iktidarda büyüme, iktidarda diktatörleşme eğilimleri katlandığında.. direngen gücü kırmaya yönelik şiddetin artırılması kaçınılmaz iktidar refleksi, icraatı olarak karşımıza çıkıyor.
Demokratik düzenlerde en yaygın, doğal olan, yaşam alanına yönelik söz söyleme hakkı, eylemi, iktidar gücü, diktatörleşen yönetim biçimi için ezilmesi gereken bir tehdit algılamasına dönüşüveriyor. Polisin 20-30 kişilik genç, donanımsız, çatışmayı aklının ucundan geçirmeyen grupçuklara en donanımlı araçlarla, şiddetle saldırıya geçmesi, püskürterek toplanmaları önlemeyi seçmesi bundan... İnadına dayanma, direniş refleksi geliştikçe, korku duvarları yıkıldıkça, püskürtülenlerin yerine yeni gençler gaza, basınçlı suya hedef olmak üzere katıldıkça işin rengi değişti. Belediyenin, metroları, kamu araçlarını, Taksim’e giden yolları kapatması; polis şiddeti, orantısız güç direngenliği biledi... Şiddet şiddeti üretti...
Artık önümüzde öncelikle iktidarlarının sorumluluğunda, sadece iki yolumuz, iki seçeneğimiz var... Ya Başbakan Erdoğan’ın 76 milyonu kucaklama sözü sözde kalmayacak... Gerçek hukuk devleti düzeni, demokrasinin önündeki engeller kaldırılacak, adımlar acil gündem sıralamasına göre bir bir atılacak... Ya da yine kendilerinin öfkeli refleks ve tehditlerinin içinde, icraatlarında da yaşanan cepheleşme, diktatoryal şiddetin, çıkışı zor, dönüşü daha zor uçurumu derinleşecek...

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları