Şükran Soner
Şükran Soner soner@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Büyük depremler hızla yaklaşıyor.. Çözüm uzaklaşıyor..

20 Ağustos 2022 Cumartesi

Büyük depremlerin tarihlerine bakıyorum. Paylaşımlarım, gazeteciliğe başladığım 1966 sonrasının çok uzun yıllarını kapsıyor. Gelin görün ki tanıklıklar öylesine ağır, öylesine capcanlı ki belleğimden hiç ama hiç silinemiyor. Vurdumduymazlıklara isyanlarımı büyütüyor. Yeni yaşanabileceklere tanıklık etmemek adına, cinayet niyetine işlenen insanlık, yapılaşma, betonlaşma suçlarına, vurgunlara isyanlarım katlanıyor..

İlki, en küçüğü, Adapazarı merkezli depremdi. Yine de yıkımı, yaktığı canlar üzerinden izleri silinememiş. Hele o dönemde, sevgili meslek büyüğüm Mücahit Beşer’in kıskançlıkla okuduğum röportajı, Varto depremi odaklı, “Jet Bakan”la izlediği, gidemedikleri evleri, ahırları ile toptan yıkılmış köyler üzerinden “Gidemediğin köy senin değildir” başlığı altında toplanmış röportajı var ya, gazetecilikte yürümem gereken çok uzun yollar üzerinden çok şeyler söylemişti..

Adapazarı-İzmit-Gölcük’ün tümü üzerinden Bolu’ya kadar aylara yayılmış büyük depremin halkalarının baştan sonuna içine gömülüvermişim. Gece yarısından önce köpeklerin uğultusu ile Vatan Caddesi sonundaki Oleyis Sendikası bloklarındaki evimde uyanıvermiştim. 1970’li yıllarda İstanbul İnşaat Mühendisleri Odası çatısı altında, Cumhuriyet’ten Nadir Nadi’nin uzaklaştırılması ile işsiz kalmamız döneminde altı aylık bulaşıklığım nedeni ile, Atatürklü dönemin, Cumhuriyetin inşaatçılık dehası Fevzi Akkaya’yı tanımış olmam ilk tutkumun kaynağı olmuştu. Ötesinde, ülkemizin ilk beton bilimsel araştırmaları çalışmalarını yapan Ersin Arıoğlu ile şube sekreteri olarak tanışmam, beton hazırlanması bir ucunda, binaların beton bölümlerinin dayanıklıklarının ölçümleri öte yanda, kapsamlı araştırma çalışmalarına bulaşmam..

Cumhuriyet’e bir yıl sonrasında geri dönüşümüzle gazete yönetim kadrolarının kamçılamalarında Cumhuriyet okurları ile hızlanan tüm sayfalarımızda uzman paylaşımlarının hepsi bir arada.. Büyük depremin tüm süreçlerine dönük okurla paylaşımlarımız, günü gelir birden çok sayısız gazete sayfamızı birden kapsar olurdu. İlk köpek havlamalarının ardından uzmanlarla gelişmiş ilişkilerimin deneyiminde, ilk çökebilecek balkona çıkmamış, kalın kirişine tutunarak diğer binaların çatlayıp patlayan damlarının olup olmadığını gözlemliyordum. Evde duvarlara sabitleme önlemleri olmadığından, kitaplığın içi boşalmış, birçok asılı fotoğraf düşmüştü.

Yine şaşkın askıdan karanlıkta elbisemi giyme şansım varken geceliğimin üzerine sabahlıkla, terlikle, kimliklerim, para çantam elimde sokağa inmiştim. Şeytan bu ya aklıma gazetedeki gece çalışan arkadaşların halleri takıldı. Taksiye atlayıp öylesine Cağaloğlu’ndaki merkeze geldim. Hiç değilse telefonlara bakar, haberlere koşturmuş arkadaşlara yardımcı olurdum. Avcılar’a gitmiş olanların, “Abla enkazların altından canlı insanların çığlık sesleri geliyor” uyarıları ile, deprem merkezlerine doğru olmuş olabilecekler üzerinden kaygılarım büyüyordu.

***

Deprem merkezlerine, TMMOB çatısı altındaki ilgili meslek örgütlerinin uzmanları ile birlikte, oluşturulmuş heyetlerle yapılan taramalara katılmak, sonrasında, sayısız rapor, sonuçlar üzerinden diziler hazırlamak, günlük gözlemlerimi de güncel haber olarak paylaşmak benim için kaçınılmaz görevdi. Adapazarı üzerinden, bir işveren örgütünün başındaki yöneticinin sözlerini paylaşmazsam hiç olmaz: “İlk depremden ders almış, kalın duvarlı, yüksek olmayan sağlam inşaatları seçmiştik. Galiba sorun patates tarlalarına fabrika dikmek, işçileri toplamak olmuştu. Büyük depremde evlerimiz yıkılmadan sapasağlam, perdeleri uçuşur halde devrilivermişlerdi.”

Katıldığım televizyon yayınlarında, uygarlık simgesi olarak fonda kullanılan ışıklı gökdelenler inşaatlarına isyan ederek derdimi anlatmaya çabaladığımı anımsıyorum. Gazeteciliğimin ilk yıllarında “nazım planı”, uzmanlık mimarlık-mühendislik alanlarından uzmanların çırpınarak anlatmaya çalıştıklarını kamuoyu ile de paylaşmaya çabalıyordum. İstanbul’un kuzeyi yemyeşil doğaya bırakılacak, güneyinden denizler doldurulmayacak, kıyılar kamuya açık tutulacaktı. İstanbul İzmit-Tekirdağ hatlarına doğru gelişecekti. Asla yüksek yapılar, ağırlıklar üzerinden çalışmayacak, Osmanlı’dan miras kent sanayi merkezleri boşaltılacaktı.

Trakya tarımına asla değil, Eskişehir’e doğru kaydırılacaktı. En vahşi katliamların 2002 sonrasında yaşandığının gerçeği ile yüz yüzeyiz. Dünyanın en büyük sömürgecilik simgesi dev nüfuslu, dev betonlaştırılmış kent gerçeği tartışılamaz, yeni depremlerin yıkımlarını, hazırlıksız bekler haldeyiz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları