Sinan Meydan
Sinan Meydan sinan.meydan@hotmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Cumhuriyet Meclisi

19 Nisan 2023 Çarşamba

23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan TBMM, üzerine saray gölgesi düşen bir meşrutiyet meclisi değil, egemenliğin “kayıtsız şartsız” millete verildiği, üzerine saray gölgesi düşmeyen bir cumhuriyet meclisidir.

Türkiye’de uygulandığı haliyle başkanlık sisteminin en kötü yanı meclisin gücünü ve otoritesini azaltmasıdır. Bu sistemde meclis, bir cumhuriyet meclisi olmaktan çıkmış, saray gölgesinde bir meşrutiyet meclisine dönüşmüştür. 14 Mayıs seçimleri, meclisin bir meşrutiyet meclisi mi yoksa cumhuriyet meclisi mi olacağına karar vereceğimiz seçimler olacaktır. Bu seçimlerde “güçlü saray+zayıf meclis” diyenler meşrutiyete, “sadece güçlü meclis” diyenler ise cumhuriyete oy verecektir. Dolayısıyla bu seçim bir rejim oylamasıdır.

Dört gün sonra TBMM’nin açılışının 103. yıldönümü… TBMM -daha önceki meclislerden farklı olarak- bir meşrutiyet meclisi olarak değil, ülkeyi Cumhuriyete taşıyacak bir millet meclisi olarak açılmıştır.

SARAYIN MECLİS KORKUSU

Son Padişah Vahdettin, bir meşrutiyetçi değil, tüm kontrolün kendi elinde olmasını isteyen bir mutlakiyetçiydi. Bu nedenle ilk fırsatta meclisten kurtulmak istiyordu. I. Dünya Savaşı sonunda İtilaf Devletleri, -Mondros’u bahane ederek- 13 Kasım 1918’de İstanbul’u fiilen işgal ettiler. İngilizlere yaranma politikası izlerken meclis engelinden kurtulmak isteyen Padişah Vahdettin, -en gerekli olduğu anda, 21 Aralık 1918’de meclisi kapattı. Milli Hareketin baskısı ile 12 Ocak 1920’de İstanbul’da yeniden açılan meclis, 28 Ocak 1920’de Misak-ı Milli’yi kabul etti. Bunun üzerine İtilaf Devletleri, 16 Mart 1920’de İstanbul’u işgal ettiler. İngilizler, bazı milletvekillerini tutuklayıp Malta’ya sürdüler. Vahdettin, o gün kendisini ziyarete gelen bir meclis kuruluna, “Bir millet var koyun sürüsü, ona bir çoban lazım o da benim” demekten kendini alamadı. İki gün sonra, 18 Mart 1920’de meclis, çalışmalarına ara verdi.

Bunun üzerine Temsil Heyeti Başkanı Mustafa Kemal, İstanbul’daki meclisin kapatılacağını sezerek 19 Mart 1920’de bir genelge yayımladı. Ankara’da yeni bir meclis açılması amacıyla bütün illerde seçimlerin yapılmasını istedi. İstanbul meclisindeki milletvekillerinin de Ankara meclisine katılabileceklerini duyurdu. 

SARAYIN SAVAŞI

İstanbul’da meclis denetiminden kurtulup kontrolü ele geçiren Padişah Vahdettin, Ankara’da kendi kontrolü dışında bir millet meclisinin açılacak olmasını çok sakıncalı buldu. Kurnaz padişah, arkasına halkı ve orduyu alan bir millet meclisinin, sarayı temelinden sarsacağını çabuk kavradı.

Kendi otoritesini ve saray egemenliğini korumak isteyen Padişah Vahdettin, Ankara’da yeni meclisin açılmaması için Milli Harekete karşı bir iç savaş başlattı. Padişah, bu iç savaşı, İngiliz desteğiyle yürütecekti. Bu amaçla 5 Nisan 1920’de dördüncü Damat Ferit hükümetini kurdu.

Saray, iç savaşın en önemli adımlarını 11 Nisan 1920’de attı. O gün;

1. Padişah Vahdettin İstanbul’daki meclisi dağıttı. 

2. Damat Ferit Paşa, Milli Hareket karşıtı bir beyanname yayımladı. 

3. Padişah Vahdettin, Milli Hareket karşıtı bir hattı hümayun yayımladı. 

4. Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Kuvayı Milliye aleyhine fetva yayınladı.

Saray hükümeti, 18 Nisan 1920’de, Milli Hareketi bastırmak için Kuvayı Milliye’ye karşı Kuvayı İnzibatiye (Halifelik Ordusu) adlı bir paralı ordu kurdu. 

23 Nisan’da saray mahkemesi Divan-ı Harbi Örfiler kuruldu. 1 Numaralı Divanı Harp, 11 Mayıs 1920’de Mustafa Kemal ve arkadaşlarını idama mahkûm etti. Bu idam kararını 24 Mayıs 1920’de Padişah Vahdettin onayladı. 

Sarayın kışkırtmalarıyla Anadolu’da çok sayıda iç isyan çıktı. Padişahçı isyancılar, Kuvayı Milliyecileri sokak ortasında katlettiler; bunu yaparken de “Şeyhülislamın fetvasının hükmü yerine geldi” diye bağırıyorlardı. (Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 2. Kitap, s.164)

Atatürk, Nutuk’ta, sarayın kışkırtmalarıyla çıkan isyan ateşinin tüm Anadolu’yu sardığını anlatıyor: “Hıyanet, cehalet, kin ve taassup dumanları bütün vatan göklerini kesif karanlıklar içinde bırakıyordu. İsyan dalgaları Ankara’da karargâhımızın duvarlarına kadar çarptı. Karargâhımızla şehir arasındaki telefon ve telgraf hatlarını kesmeye kadar varan kudurmuşça kasıtlar karşısında kaldık” diyor. Meclisin toplanmasını sağlamak için çalıştıkları günlerde kendilerini en çok uğraştıran Düzce, Hendek, Gerede ve Bolu civarından başlayıp Nallıhan, Beypazarı üzerinden Ankara’ya yaklaşacak gibi görünen “gericilik ve isyan dalgaları” olduğunu söylüyor. 

Saray, Milli Harekete saldırırken özellikle dini kullandı; Kuvayı Milliyecileri “halifeye isyan eden katli vacip din düşmanları” olarak damgaladı. Mustafa Kemal, sarayın bu din merkezli saldırısına karşı şu akılcı önlemleri aldı: 

1. “Kuvayı Milliyecilerin katli vaciptir” diyen saray fetvasına karşı Ankara Müftüsü Börekçizade Rifat Efendi’nin hazırladığı -151 imzalı- bir karşı fetva yayımlattı. 

2. Normalde 22 Nisan Perşembe günü açılması gereken meclisi, özellikle 23 Nisan Cuma günü dinsel bir törenle açtırdı.

3. Halifeye isyan etmediklerini, tam tersine Ankara’da açılan meclisin, İstanbul’da tutsak durumdaki halife/sultanı da kurtaracağını belirtti. 

4. TBMM, 29 Nisan 1920’de Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nu çıkardı. İstiklal Mahkemeleri’ni kurdu.

TBMM, 23 Nisan 1920’de 115 üye ile açıldı. Ertesi gün 62 üye daha katıldı. 18 Ağustos 1920’de üye sayısı 365’e çıktı. (Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 2. Kitap, s. 133-134.)

DEVLET KURAN MECLİS

23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan TBMM, Türkiye’yi meşruti monarşiden cumhuriyete taşıdı. Bu meclisin açılışıyla Anadolu’da yeni bir devletin, Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri atıldı. Atatürk, Nutuk’ta, 1919’da, daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğü ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığı kararın “millet egemenliğine dayanan tam bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak” olduğunu belirtiyor. İşte o karar, 23 Nisan 1920’de Ankara’da TBMM açılarak düşünceden uygulamaya geçirildi.

Atatürk, meclise “Kurucu Meclis” adını vermek istedi. Temsil Heyetinin hazırladığı taslakta da bu ada yer verildi. Ancak bunun o günlerde yanlış anlaşılabileceği düşünüldü. “Meclis-i Kebir-i Milli” adı önerildi. Sonunda “Büyük Millet Meclisi” adı kabul edildi. 8 Şubat 1921’de “Büyük Millet Meclisi”nin başına “Türkiye” adı getirildi. Sadece bu adlandırma bile TBMM’nin açılmasıyla “millet egemenliğine dayanan yeni bir Türk devletinin kurulduğunu” gösteriyordu. 

Milletvekillerinin çoğu bu meclisin geçici olduğunu düşünüyordu. Kimi milletvekilleri padişahlık ve halifelikle bağ kurup İstanbul hükümetiyle uzlaşmak gerektiğini söylüyordu. Kimileri meclise bir “padişah vekili” atanmasını istiyordu. Atatürk, ise “Osmanlı Devleti’nin ve halifeliğinin yıkıldığını ve ortadan kalktığını düşünerek yeni temellere dayalı yeni bir devlet kurmayı” planlıyordu. 24 Nisan 1920’de mecliste uzun bir konuşma yaptı. Meclisi bilgilendirdi. Sonra meclise, 

-içinde cumhuriyetin saklı olduğu- bir öneri sundu. Bu öneride özetle şöyle diyordu;

1. Hükümet kurmak gereklidir. (Böylece İstanbul’daki saray hükümeti yok sayıldı)

2. Geçici bir hükümet başkanı seçmek veya bir padişah vekili belirlemek doğru değildir. 

3. Mecliste beliren “milli irade” yurt alın yazısına doğrudan doğruya el koymuştur. TBMM’nin üstünde hiçbir güç yoktur. (Böylece İstanbul’daki saray yok sayıldı)

4. TBMM, yasama ve yürütme yetkilerini kendinde toplamıştır. (Böylece meclis, ülke yönetimine el koydu) 

Önerinin sonunda “Padişah ve halife, baskı ve zordan kurtulduğu zaman meclisin düzenleyeceği yasaya göre yerini alır” denmişti. (Böylece ilk kez milletin kaderini saray değil, sarayın kaderini millet belirleyecekti.) 

Bu öneri doğrultusunda Meclis içinden bir hükümet seçildi. Atatürk Nutuk’ta şöyle diyor: “Böyle bir hükümet, milli egemenlik temeline dayanan halk hükümetidir; cumhuriyettir.” Atatürk çok haklıdır. 29 Ekim 1923’te ilan edilen cumhuriyetin temelleri 23 Nisan 1920’de TBMM açılarak atıldı. TBMM, 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldırdı. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ve millet bu egemenliğini sadece TBMM eliyle kullanır. TBMM’nin yanında yeniden bir saray kurmak; meclisin milli egemenliği sarayla paylaşması veya saraya devretmesi Cumhuriyetin ruhuna aykırıdır. 

Asla unutulmamalıdır ki, Türkiye Cumhuriyeti bize saraydan/sultandan miras kalmadı; Türk milleti Atatürk’ün önderliğinde emperyalizme ve işbirlikçi saraya/sultana karşı mücadele ederek bu Cumhuriyeti kurdu. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Nedir Cumhuriyet? 30 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları