Etrafımızdaki çember daralıyor

23 Şubat 2016 Salı

Suriye konusunda doğrular, yanlışlar, algılar ve şehir efsaneleri birbirine karıştı. Başkentimiz dört ay arayla gerçekleşen terör saldırılarıyla tam bir kan gölüne dönerken hiç kimse neye inanacağını bilemiyor.
Bu arada, sözde “stratejik ortak” olan Türkiye ile ABD arasındaki en üst düzeyli görüşmelerden sonra yapılan açıklamalar da birbirini tutmuyor. Bir taraf “PYD konusunda ikna olmaya başladılar” derken diğer taraftan bunu doğrulamayan açıklamalar yapılıyor.
Dışişleri Bakanımız, ABD’li meslektaşının “PYD’ye güvenmediklerini söylediğini” açıklıyor. İnsanlar, “o zaman bunu kendisi niçin açıklamıyor” diye merak ederken ABD yönetiminin sözcüleri, “aksi yönde düşünmelerini gerektirecek deliller olmadıkça PYD’ye güvenmeye devam edeceklerini” açıkça belirtiyorlar.
Yanıtsız sorular yumağı böylece giderek büyüyor. Halkın Suriye ile ilgili kaygıları da haliyle günden güne artıyor. Etrafımız “Lanet olsun, nereden bulaştık bu işe? Suriye’den bana ne, Türkiye elden gidiyor” diyen insanlarla dolu.
Konuya derinlemesine bakmaya çalışanlar ise, Ankara’nın Suriye stratejisinin tam olarak ne olduğunu hâlâ anlayabilmiş değiller. YPG mevzilerinin top ateşine tutulması elbette ki Türkiye adına bir kararlılık göstergesiydi ve oyuna yeni bir boyut kattı.
Fakat bunun getirisinin ne olacağı meçhul. İnsanlar Türkiye’nin güvenliğini arttırmaya dönük sonuçlar alınabileceğini düşünmek yerine, bunun ülkeyi adım adım kanlı bir savaşa sürüklemesinden endişe duyuyorlar.
Bu arada, Türkiye’nin bu hamlesi sadece PYD ile Rusya arasındaki işbirliğini değil, Esad rejimi ile PYD arasındaki işbirliğini de artıracağı beziyor. Sonuçta bu coğrafyada “eski düşmanım da olsa, bugün düşmanımın düşmanı olan dostumdur” anlayışı geçerli.
Peki, Türkiye’nin PYD ve YPG’ye yasakladığı Fırat’ın batısında Rus ve PYD destekli Esad güçleri ilerlerse, Türkiye onları da mı bombalayacak? Diyelim ki bombaladı, Suriye rejimi ve Türkiye’ye diş bileyen Rusya bunun karşısında boş duracaklar mı?
Bu arada Lüksemburg dışişleri bakanı,
“Diğer bazı üyeler için de konuşuyorum”
diyerek açık açık, “Türkiye’nin Suriye ve
Rusya ile girişeceği çatışmalara NATO yardım etmeyecek” şeklinde bir açıklama yaptı. NATO’da kararlar oybirliği ile alındığına göre, bu durumda ittifak, bugüne kadar dile getirdiği tüm destek sözlerine rağmen, Türkiye’nin yardımına nasıl gelecek?
Hadi NATO gelmedi diyelim, ABD, İngiltere, Fransa, hatta artık “Güvenli bölge fikrini destekliyorum” diye konuşan Merkel’in yönettiği Almanya gelecek mi?
İşin bir de trajikomik boyutu var. Uluslararası medyada gece gündüz Türkiye’nin savaşın eşiğine geldiğine dair yorumlar yapılırken Başbakan Davutoğlu “yeni turizm stratejisini” açıklıyor ve bu çerçevede alınacak tedbirleri duyurarak “Rusların bile, her şeye rağmen, Türkiye’ye geleceklerine” dair fantezi sözler sarf ediyor.
Bundan da Türkiye’nin, onca tafrasına rağmen, savaşa değil, turizm sezonuna hazırlandığını anlıyor ve bir nebze de olsa rahatlıyoruz. Fakat bu doğruysa, o zaman Suriye konusunda dört bir yana savurduğumuz o sert kararlılık ifadelerinin içi boş hamasetten ibaret olduğu ortaya çıkmıyor mu?
Yoksa hükümetin elinde içerde terörle, dışarıdaysa Suriye, Rusya hatta ABD ile mücadele ederken turizm sektörünü kurtaracak olan bir sihirli değnek mi var?
Mantıklı bakıldığında etrafımızdaki çemberin giderek daraldığı ve Türkiye’nin bu çerçevede girdiği mücadeleleri kaybetme olasılığının giderek arttığı görülüyor. Bu arada Türkiye’ye dönük hayati tehditler de hem içerde, hem dışarıda ciddi şekilde artıyor.
“Yandaşlık” uğruna kafayı kuma gömmüş olanları bir yana bırakırsak, geri kalan herkes tüm bunları görecek akla sahip.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları