Selçuk Erez

Damdaki davulcu

04 Şubat 2016 Perşembe

Geçen gün Cumhuriyet’te Ceren Çıplak’ın “Vurmalı çalgılar virtüözü” olarak tanımladığı Burhan Öçal’la yaptığı hoş bir söyleşi vardı.
Ceren, sahnede seyirciye neden öyle çok baktığını sorduğunda, Öçal şöyle yanıtlamış:
- Bakıyorum çünkü seyircinin reaksiyonunu görmeye çalışıyorum; ona göre yürütüyorum konseri.
Konseri, izleyenin tepkisine göre yürütmesi, sanatçının, başarısını saptayanın, onu virtüöz kılanın aslında izleyici olduğunu bildiğini yansıtır.
Bunu, mesleği konusunda çok düşünmüş iyi bir aktörümüzden, Orhan Alkaya’dan da dinlemiştim: “Biz sahnedeyken genellikle önden üç-dört sırayı görebiliriz. Ötesi karanlıktır. Bir taraftan oynar, bir taraftan da bu sıralarda oturan izleyicilere bakarız” demişti, “Seyirciler biraz öne eğilmiş, oyunu ilgiyle izlemekteyseler, işler iyi gidiyordur, geriye kaykılmış, etrafa bakmaya başlamışlarsa bu oyuncu için bir uyarıdır; kadınlar, kolyeleriyle, saçlarıyla, erkekler de kravatlarıyla oynamaya başlamışlarsa ilgi dağılmaktadır; bizim tempoyu hızlandırmamız ya da performansımızda aksayan yönü fark edip düzeltmemiz gerekir.”
Demek ki deneyimli oyuncu, sadece rolünü ezberlemekle, provalara devam etmekle yetinmez, meselenin seyircide bittiğini, oynadığı oynunun kaç gün, kaç hafta süreceğini onun belirleyeceğini bilir.
Oyun yazarlarımızın en önemlilerinden Haldun Taner de bu gerçeğin farkındaydı: Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nda yazdıkları sergilenirken sık sık gelir, yüzünü seyirciye dönerek izlerdi oyunları. Seyircinin tepkisini belirler, ilginin seyreldiği, gevşediği yerleri mimler, sonradan bu bölümleri yeniden düzenler, daha hareketli, daha esprili, ilgiyle izlenilecek hale getirirdi.
Bu gerçek sadece vurmalı çalgılar virtüözleri, tiyatro oyuncuları ya da usta yazarlar değil hepimiz için geçerlidir. Sahneye çıkmış darbuka çalıyorsan, davul tokmaklıyorsan ya da oyun sergiliyorsan seni izleyeni önemseyeceksin; tabii zekâ katsayın, kişilik özelliklerin elverirse... Yoksa aynanın karşısına geçer, kendine bayılır, beğenmeyene kızarsan tepeden baktıkların yavaş yavaş sıkılmaya başlarlar. Daha da uzatırsan, sağdan soldan eleştiriler, hoşlanmayacağın sesler duymaya başlarsın; ardından eski, yeni sloganlar gelir kulaklarına.
Radyolardaki güldürü programlarında kullanılan kahkaha teyplerini, CD’leri sonuna kadar bağırtır, olmazsa ödenekli şakşakçılarla mı bastırırsın? Bunların işe yarama süresi pek azdır.
Sahneden daha yükseklere, mesela dama mı çıkarsın o zaman?
Öyle bir gün gelir ki bu da yaramaz, slogan atanlar çoğalır, sesleri memleketin en uzun binasının damına bile ulaşır; bakarsın halk koro olmuş senin o sahneyi kestirmeden terk etmeni istiyor:
“Atla, atla, haydi durma!” derler adama.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Böcek yeriz o zaman! 30 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları