Sadık Çelik
Sadık Çelik sadik.celik.gorus@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Yavuz Köprüsü dar gelir, geçilmez

01 Haziran 2013 Cumartesi

Şehir plancılarının, halkın ihtiyaçlarını karşılayamayacağı yönündeki açıklamalarıyla ya da bu projeyi gerçekleştirmek uğruna milyonlarca ağaç kesileceği, çevre katliamı yapılacağı gerçeğiyle birlikte zaten son derece tartışmalı bir proje olan 3. Köprüye isim olarak Anadolu tarihinin en acı Alevi kıyımıyla anılan Yavuz Sultan Selim seçildi.

İsmi aynı zamanda Safevi Devleti’yle mücadelesi sırasında Anadolu’da yaşayan on binlerce Alevi’yi katletmesiyle de tarihin kanlı sayfalarındaki yerini almış bir padişah. Böyle bir şöhrete sahip bir tarihi figürün isminin, Aleviler için ne ifade ettiği bilinmiyormuş gibi 3. köprüye verilmesi ne kadar doğru olabilir? Alevilerin kesilip kuyulara atıldığı, katledildiği, yerlerinden yurtlarından sürüldüğü bir dönemin padişahı olarak bilinen bir isimle anılan köprüden her gün geçmek zorunda olan bir Alevi için psikolojik bir zulüm olmayacak mıdır bu? Demografik yoğunluklarının tersine siyaseten de, ekonomik ve kültürel anlamda da temsil güçlerinin olması gerekenin çok altında kaldığı; yüzde 25-30 civarında bir nüfussal orana sahip olmalarına karşın örneğin parlamentoda yüzde 2-3’ü geçemeyen, kimliklerini bile açıklama konusunda bugün hala korku ve endişe duyan onur ve gururlarına düşkün fakat sessiz, suskun, örgütsüz, dağınık, mazlum, mağduriyete uğramış ve yok sayılmaya çalışılan insanlardır Aleviler.

Başbakan’ın zaman zaman kullandığı Mehmet Akif Ersoy’a ait “Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum?” dizesi aslında bu ülkedeki Alevilerle ilgiyi algıyı tanımlamaktadır. Ancak artık kendileriyle ilgili bu algıyı da, toplumsal duruşlarını da sorgulamaya başlayan Aleviler daha fazla rencide edilmemeli, daha fazla incitilmemelidir.

Niyet ne olursa olsun, Aleviler için “katliamlar dönemi” olarak anılan bir devrin iktidar isminin köprüye verilmesi, toplumsal kardeşliği dinamitleyen, ayrımcılığı tetikleyen, belirli bir ideolojinin devamı olan, “biz o ideolojinin takipçisiyiz” mesajı verilmeye çalışılan, yanlışlığı su götürmez bir karardır.

Üstelik bunun, tam da Ortadoğu’da mezhep çatışmaları temelli süregiden kanlı savaşların ortasında, sanki ateşe körükle gitmek istermiş gibi yapılması… Toplumun azımsanmayacak bir bölümünün, kolaylıkla kendi kimliğine yönelik bir saldırı ya da bir hakaret olarak algılayabileceği bir hamlede bulunmak…

Ülke yöneticilerinin azami düzeyde duyarlı davranması gereken bir konuda, insanların hassasiyetlerini hiçe sayarcasına, bilinçli olarak atılan adımlar; birleştirici rol oynayabilecek unsurların mümkün mertebe öne çıkarılması gereken bir dönemde, bir köprüye verilen ismin bile toplumda ayrıştırıcı rol oynamasına sebep olma noktasında endişe vericidir.

“Ben yaptım oldu” anlayışının yeni bir çürük eseri olmasın Yavuz Sultan Selim Köprüsü; bu isim iş işten geçmeden değiştirilsin.

Her türlü kültürden, dinden, mezhepten insanımızı kapsayıcı, farklılıklarımızın, renklerimizin, değerlerimizin korunduğu, ayrımcılık, ötekileştirme gibi kavramların ortadan kalktığı, özgürlük, adalet, eşitlik ihtiyacının karşılandığı bir toplum olmaya doğru ilerlemeliyiz. Aksi yönde gidişat ülkeyi demokrasi maskeli ve fakat zulüm ve zorbalık temelli katı ve diktatöryel bir anlayışa teslim etmektir.

 

Gezi Parkı

Gezi Parkı’ndaki ağaçları korumak isteyenlere kızan Başbakan Erdoğan “ne yaparsanız yapın, biz karar verdik, verdiğimiz gibi bunu işleyeceğiz” diyor. Karar almak ve bunu en hızlı şekilde uygulamaya sokma isteği siyasetçilerin en doğal hakkıdır.

Tıpkı, yaşadıkları kente âşık insanların, tarihçilerin, sanatçıların, mimarların, öğrencilerin, gençlerin, ihtiyarların nasıl bir şehirde yaşamak istediklerini dile getirme haklarının olması gibi. Taksim gibi bir bölgenin en son ihtiyacı yeni bir AVM iken bunun inşaatı için, bölgede son kalan ağaçların katlinin vacip kılınmasına karşı bir grup duyarlı insanın son çare olarak parkta gece gündüz nöbet tutma haklarının olması gibi.

Büyüyen iktidarla birlikte artarak kullanılan yetkiler, giderek otoriterleşen bir idare biçiminin varlık göstermesini, zor kullanma eğiliminin artmasını doğurmaktadır. Görevlilerin sabaha karşı Gezi Parkı’nda nöbet bekleyenlerin uyku tulumlarını ve çadırlarını yakması, biber gazı, cop ve kepçelerle toplumsal sorunları çözmeye kalkışması bu kadar mı kolay? Türkiye’de demokratik protesto gösterisi yapmanın bedelinin eriştiği son nokta. “Diğer” kısmın düşünceleri, duyguları ve arzuları, bir ülkeyi yöneten iktidar için bu kadar önemsiz olabilir mi?

21. yüzyılın beton grisi zamanlarında evlerinde, bahçelerinde saksıda bitki yetiştirenler endişeli artık; bu bitkileri yeşil alandan sayıp evlerinin salonuna AVM dikilir mi acaba diye düşünür oldular.

sadik.celik.gorus@gmail.com



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları