Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Tohum Gen Bankası
Bitkisel üretimin kaynağı olan tohumun tarım sektöründe stratejik önemde, olmazsa olmaz bir yeri vardır. Tohumculuk alanında dünyanın sayılı ve önemli bir gen merkezi olan ülkemizde, dünyadaki 11 bin civarındaki endemik (başka yerde olmayan) bitki türünün yaklaşık 3 bin 900’den fazlası bulunuyor.
Türkiye ayrıca ekonomik öneme sahip birçok bitki türünün de anavatanı. Hububattan baklagile, meyve, sebzeye kadar binlerce zengin gen kaynağı bulunan Türkiye’de, dolaşımda olmayan binlerce ürün Türk çiftçisinin elleriyle geliştirilen, yetiştirilen birçok yerel çeşit olduğu da biliniyor. Bu yerel çeşitliliğin kaybolmaması için Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’nın çok yerinde bir kararla, 2 Mart 2010 Salı günü açılışını gerçekleştirdiği gen bankası Çin ve ABD’den sonra dünyanın üçüncü büyük gen bankası olma özelliğini taşıyor. Bankanın şu anki kapasitesinin 250 bin olduğu ancak ileriki aşamalarda kapasitenin 300 bine kadar çıkarılacağını Sayın Başbakanımız açıkladı.
Açılan gen bankasının yapacakları
Türkiye’nin bu alandaki çalışmalarının başlangıcı 1964 yılına kadar uzanıyor. Açılan tohum gen bankası biyolojik çeşitlilik, genetik kaynakların korunması, değerlendirilmesi ve sürdürülebilirliği açısından da oldukça önemli. Gen bankasının yapacağı çalışmalar arasında ülke genelinde genetik materyalin toplanması ve yurtiçinde ihtiyaç duyulan genetik materyallerin yurtdışından temini gibi çalışmalar yer alıyor.
Peki, acaba bu çalışmalar tohumlarımıza sahip çıktığımızı mı yoksa tohum şirketlerinin isteği üzerine onların yararına olacak bir çalışma yaptığımızı mı gösterir?
Biliyorsunuz Anadolu, buğday başta olmak üzere birçok ürünün geliştirildiği, tarım devrimine beşiklik etmiş bir coğrafyadır. Bu coğrafyanın bir parçası olan çiftçiler yüzyıllardır tohumlarını dünya ile karşılıksız paylaştılar. Dünya kurulduğundan bu yana kimsenin aklına tohumunu patentleyip kendi üzerine almak gibi bir fikir gelmedi. Fakat son yıllarda ülkemizde ve dünyada uyanık uluslararası tohum tekellerinin çıkarları doğrultusunda, tohumların genleriyle oynanarak tohumlarımız patentlenip ipotekleniyor ve yüzyıllar boyunca çiftçilerin ortak kullanımındaki tohumları birkaç uluslararası tekel mülkiyetine geçirerek tohumlarımıza haksızca sahip oluyor.
Bu tohum şirketlerinin amacı, tohumları çeşitlendirmek değil, tüm çeşitliliği yok edip birkaç çeşidi de kendilerine patentleyip bu sayede kârlarına kâr katmak, yeryüzünü kendilerine sömürge yapmaktır. Diğer taraftan ABD ve Çin’den sonra üçüncü büyük gen bankasına sahip olmamız, ABD’nin çıkarmış olduğu tohum yasasına çok benzer bir yasayla tohum şirketlerinin çıkarlarını garantileyen “Yeni Bitki Çeşitlerini Koruma Birliği”ne girip kendi öz çıkarlarına hizmet etmemizin sonucu değil midir? Zaten mevcut tohum yasasıyla köylülerin kendi tohumlarını satma hakları ellerinden alınmıştı. Tohum bankası ile mevcut tohum yasamızı bir bütün olarak ele aldığımız takdirde niçin bir anlayış birliğinden söz edemiyoruz? Ya da neden hâlâ bu çelişkilerin farkında değiliz? Çünkü GDO’yu üreten tekellerin çıkarları şimdi de tohum bankalarında kesişti. Örnek vermek gerekirse tohum bankalarından en dikkat çekici olanı Norveç’te 2008 yılında açılan tohum bankası, bu bankayı destekleyenler zaten bir ellerinde GDO’yu, diğer ellerinde tohum bankalarını tutuyorlar. Şimdi duruma buradan bakınca, uluslararası ve yerli tohum şirketlerinin istemiş oldukları düzeni, sistemi kurmak, onların ekmeğine yağ sürmek değil midir?
Yapılması gereken, tohum zenginliğimizi, bankalarda saklamak, sonra da başkalarının ellerine teslim etmek değil, onları korumak, yaşatmak, çeşitlendirmektir. Bu tür uluslararası tekellerin ve işbirlikçilerinin çıkarlarına uygun yaklaşımları desteklemek yerine daha yerel, köylümüzün çıkarlarını gözeten yaklaşımlar desteklenmeli, bu paralelde mevcut tohumculuk yasası da köylü ve tüketici çıkarları doğrultusunda tekrar gözden geçirilmelidir. Küçük çiftçilerin yerel tohumlarının el değiştirmesi, pazarda satılmasının önündeki düzenlemelerin kaldırılması gibi sadece durağan, zorlama tedbirlerle doğal gen zenginliklerimizi koruyamazsınız. Onların elden ele dolaşmasını, tedavülde kalmasını tekrar kendi öz sahiplerine iade ederek sağlayabiliriz. “Son ağaç kesildiğinde, son nehir kirlendiğinde ve son balık öldüğünde o zaman paranın yenmediğini anlayacaksın.” Kızılderili atasözünü duyunca Henry Kissinger’ın 1970’lerdeki ifadesi aklımıza geldi: “Petrolü kontrol ederseniz ulusları kontrol edersiniz ama yiyeceği kontrol ederseniz insanlığı kontrol edersiniz.”
sadık.celik@keyveni.com.tr
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
En Çok Okunan Haberler
- Fatih Altaylı ve İsmail Saymaz'a soruşturma
- Albaya verilen ceza belli oldu!
- Çok konuşulacak 'adaylık' açıklaması
- 'Tarihe not düşmek için geldim'
- AKP’li belediyeden bir ayda 33 konser
- Mahruki yine yandı
- Fakülteyi kâğıt üzerinde kurmuşlar!
- A Milli Takım'ın Uluslar Ligi'ndeki rakibi belli oldu!
- Özel görüşmenin ayrıntılarını açıkladı!
- Tıp fakültelerinde kadavra krizi