Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Tezkereyi geçiren 320 oyun anlamı
Ankara’da hemen gece yarısı toplantıları, kapalı oturumlar, halkın içeriğini ancak yıllar, hatta on yıllar sonra öğrenebileceği gizli görüşmeler başladı.
Ve “yabancı ülkeleri”, yani bütün ülkeleri kapsayan, kullanılarak 3. Dünya Savaşı bile yapılabilecek olan “yurtdışına asker gönderme” tezkeresi kabul edildi. Yoksulun, ezilmişin çocuğunun hayatı, oynanan büyük oyunlara kurban edilmek üzere paketlendi.
Türkiye’nin Suriye’ye girmesini bir kenara bırakalım. Suriye’deki muhaliflere (El Kaide, Taliban ve Müslüman Kardeşler gibi) bir süreden beri yapılan askeri ve ekonomik desteklerden dolayı Suriye’yle birlikte, Rusya, Çin, Brezilya, Hindistan gibi güçlü ülkeler ve ekonomileriyle, İran’la, Irak’la ilişkilerimiz bozulmuştur.
Şu aşamada Türkiye ile Suriye arasında bir savaşın çıkacağına hiç kimse ihtimal vermiyor. Ancak bu şekilde ilişkilerimizin bozulmuş olmasının ülkemize daha şimdiden kesilen siyasi, ekonomik, toplumsal ve sosyal faturalar hiç de hafif olmamaktadır. Örneğin kredi derecelendirme kurumları ekonomisiyle övünen Türkiye’yi, böyle bir karar almasından dolayı yatırım yapılamaz bir ülke konumuna koymayı düşünmektedirler. Yaşananların ekonomik açıdan anlamı işte budur.
Diğer yandan 320 elin havaya kalkmasıyla geçen tezkere savaş tezkeresi değil, caydırıcılık tezkeresidir diyorlar. Peki, böyle bir tezkere kimi, neyi, nasıl, neyden caydırabilir?
Bizim gerçekten hiçbir şey yapmadan öylesine bir caydırıcı gücümüz olabilir mi? Aksine kullanılmayan bir tezkere caydırmak şöyle dursun, yaptırım gücü olmadığı ortaya çıktığında, karşımızdakinin bizi hafife almasından, bölgede gerilimi her an sıcak tutmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Ve Türkiye komşularına güven vermeyen bir ülke konumunu sürdürecektir.
Neticede Suriye’nin iç çatışmalarına, kendi iç meselelerine dışarıdan burnumuzu sokmamız, taraf olmamız, içerideki sokak çatışmalarına kadar sızmamız… Bunların bir bedeli olacaktı elbette.
İşte o bedeli şimdi hiç yoktan bir kaosun, savaş olmasa bile en iyi ihtimalle ciddi bir yeni iç ve dış çatışmanın içine düşerek, can kayıplarıyla ve ağır ekonomik bedellerle ödüyoruz.
O yüzden… Top mermileri düşmeye başlayınca kızmak, celallenmek, efelenmek de bir işe yaramamaktadır.
Kongre sonrası Erdoğan-Gül
AKP kongresi öncesinde, bilhassa Başbakan Erdoğan’ın yapacağı konuşmaya yönelik efsaneler birbirini kovalıyor, dilden dile yayılıyordu. Konuşmanın uzunluğuyla, içeriğindeki sürprizlerle ilgili her kafadan bir ses çıkıyordu. Ve kongre, akreditasyonun gölgesinde gerçekleşti. Muhalif basın yani “ötekiler” sansürlendi. Peki, sabırsızlıkla beklenen o konuşmada öne çıkan nelerdi?
Her şeyden önce Ortadoğu ve İslam âlemi bir kez daha selamlandı. Osmanlı rüyasının ateşi harlandı. 1071’den 2071’e Alparslan’ın, Melikşah’ın, Fatih Sultan Mehmet’in yolu yol edildi. Batı’ya yüz verilmedi. Erdoğan, başkanlık yoluna adım attığının mesajını verdi.“Başka unvanla birlikte olacağız” dedi. 2 buçuk saatlik konuşma, “ileri muhafazakâr” çerçevede, milliyetçi, İslami, Doğulu vurgularla sürdürüldü.
Ne ifade özgürlüğünden ne de genel olarak özgürlüklerden dem vuruldu. Yine tek ve daha güçlü, en güçlü olmak arzusu satır aralarını kapladı. Ülkenin dümeni sadece kendi doğrularının gösterdiği rotada ilerlemeliydi. “Diğerleri”ne bu gemide yer yoktu.
Arkasından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Erdoğan’ın kong-re konuşmasına bir yanıt olarak yorumlanan, Erdoğan’ın açıkladığı fikirlerin zıddı görüşlerini dile getirdiği ve bu nedenle Gül-Erdoğan çatışması olarak nitelendirilen TBMM açılış konuşmasını yaptı. Gül, sırtımızı Batı’ya dönmemeliyiz, Avrupa Birliği’ni unutmamalıyız, mesajı verdi.
Başkanlık sisteminin olası sıkıntılarından, bu yeni yapının ülkenin başına örebileceği çoraplardan bahsetti. Gazetecilerin, yazarların düşünce ve görüşleri nedeniyle hapse atılmasının yanlışlığını vurguladı, medya baskılarını eleştirdi. Tutuklu vekillerin serbest kalması gerektiğini dile getirdi.
İnsan düşünmeden edemiyor. 3. yargı paketine onay vererek demokrasinin ayaklar altına alınması çorbasına tuz atarken tüm bunlar aklına gelmemiş miydi acaba?
Berkant’a veda
Aslında Köy Enstitülerinin bir armağanıydı bize Berkant.
Babası Hasan Akgürgen’le birlikte eğitim aldığı Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde atıldı müzik hayatının temelleri. Âşık Veysel’lerden, Ruhi Su’lardan aldığı eğitimlerdi onu besleyen.
Maddi varlığı artık aramızdan ayrıldı. Ancak ismini Samanyolu’yla birlikte ölümsüzleştirdi. Neşet Ertaş’tan sonra şimdi de Berkant’a veda ettik. Sanki birer birer kaybediyoruz bir dönemin ruhunu.
sadik.celik.gorus@gmail.com
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
En Çok Okunan Haberler
- 'Tarihe not düşmek için geldim'
- Çok konuşulacak 'adaylık' açıklaması
- Fatih Altaylı ve İsmail Saymaz'a soruşturma
- Mahruki yine yandı
- AKP’li belediyeden bir ayda 33 konser
- A Milli Takım'ın Uluslar Ligi'ndeki rakibi belli oldu!
- Protesto eden yurttaşlara polis müdahalesi!
- Tıp fakültelerinde kadavra krizi
- Aydın Dağları'nda son yılların en verimli hasadı yapıldı
- Fakülteyi kâğıt üzerinde kurmuşlar!