Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
11 Eylül'ün 11. yıldönümünde yeni bir 11 Eylül etkisi
Bingazi saldırısı ismi verilen olayın sebebi Amerikalı bir kendini bilmez tarafından çekilen abuk sabuk bir film olarak tarihe geçti.
4 kişinin içler acısı bir şekilde ölümüyle sonuçlanan olayların çıkışı, Kaliforniya’da yemeyip içmeyip İslam düşmanlığından ilham alarak İslama hakaret etmek üzere yola çıkan sözde yönetmenin Sam Bacile takma ismiyle çektiği beş para etmez filmin parçalarının Youtube’da yayımlanmaya başlamasıyla oldu.
Film adı altında, fikirsel bir meczupluk, sanatsal bir rezalet olarak milyarlarca insanın kabul ettiği, inandığı bir dini ve onun değerlerini bu türden küfür ve aşağılamalarla küçük düşürmeye çalışma faaliyetleri karşısında elbette hiçbir insanın, bilhassa da inançlı Müslüman toplulukların tepki vermemesi beklenemezdi.
Mısır, Libya ve son olarak Yemen’de insanlar da bu yolda ayaklandı. Ölçüsüz tepkiler ve saldırılar birbirini kovaladı.
Oysaki böylesine çirkin bir oyuna gelerek halihazırda Müslüman-Hıristiyan savaşını körüklemek için fırsat kollayan grupların işini kolaylaştıracak şekilde büyük tepkilere, saldırılara ve nihayet cinayetlere imza atmanın kârdan ziyade her bakımdan çok büyük zararlara yol açtığına, İslam algı ve imajını zedelediğine daha önce çok defa tanıklık etmiştik.
Bu doğrultuda kontrolden çıkan protesto gösterilerinde şiddetin dozunun artması sonucu Amerika’nın Libya Büyükelçisi dahil 4 diplomatın öldürülmesinin en büyük zararı yine bir kez daha İslam dünyasına olmuştur ve olacaktır.
İnanç saygısızlığının en zavallı örneklerinden biri olarak çekilmiş bir filmi eleştirmek, kınamak hatta lanetlemek doğaldır, gereklidir; ancak işi bu uğurda cinayet işlemek noktasına, cehalet ve galeyanla birlikte masum insanların kurban edilmesi seviyesine taşıdığınızda bunu hiçbir biçimde haklı gösteremezsiniz.
Bu, sözde film çekerek bir dine ve ona inananlara karşı yapılan edepsizliği bir çırpıda silebilecek ya da en iyi ihtimalle geri planda tutacak, verilen şiddet odaklı tepkiler ve işlenen cinayetler yapılan saygısızlığı gölgede bırakacak, insanların İslamla ilgili düşünce ve önyargılarının olumsuz anlamda ayyuka çıkmasına ve okların bir kez daha Müslümanlara doğrulmasına sebep olacaktır.
Dershanelerin akıbeti
Teknik olarak elbette dershanelere karşıyız. Eğitimde var olan fırsat eşitsizliğini derinleştiren, eşitsizliğin telafisini daha zor noktalara taşıyan bir “sonuç”tur dershaneler. Eğitim sisteminde yıllardır biriken yanlışlıkların bir sonucu.
Ortaokul ve liselerin yalnızca not ve diploma almak için gidilen yerler haline geldiği, insanların geleceklerinin ikişer saatlik sınavlarla belirlendiği ve bu sınavlarda rekabet gücünü artırmak için özel ders ve dershanelerin yolunun tutulduğu, özel ders ve dershaneciliğin 50 bine yakın öğretmen kadrosuyla 4-5 milyarlık devasa bir sektör haline geldiği bir sistemden söz ediyoruz.
Şimdi sorunu çözmek için sonuçtan değil, sorunu ortaya çıkaran nedenlerden başlamak gerek. Eğer işe, neticeleri silmekten başlamaya kalkarsanız, var olan ve o neticelere neden teşkil eden sorunları, bir başka ifadeyle sorunun kökenini, bataklığın kendisini görmezden gelmiş, sadece sivrisineklerle boğuşmaya çalışmış olursunuz.
Oysaki kalıcı çözüm bataklığın kurutulmasıdır.
Bu nedenle her şeyden önce eğitim sistemimizde var olan ve eşitsizliğe sebep olan, çocukları o eğitim eşitliğini yakalamak üzere dershanelere mecbur kılan etkenleri ortadan kaldırma yolunda adımlar atmalıyız.
Dershane ve özel ders mecburiyetinin varlığını ortadan kaldırdığımızda zaten dershaneler de kendi kendilerine biteceklerdir.
Beş buçuklar okullarda
Bu sene okul zilinin çalmasıyla birlikte beş buçuk yaşındaki bebeler de okul sıralarındaki yerlerini aldılar. Sıralara oturabildiler oturmasına ama ülke genelindeki birçok okulda lavabolara ve pisuvarlara boyları yetmedi.
Yeni öğretim yılında 6 yaş altı çocukların fizyolojik gelişimleriyle birlikte okulların fiziki koşullarının da eğitim açısından yetersizliğine dair örneklere artık sık sık rastlayacağız gibi görünüyor.
Dünyanın birçok ülkesinde ilkokula başlama yaşı olarak beş buçuk yaşın yeterli görüldüğünü öne sürenler ise o bahsi geçen gelişmiş ülkelerdeki çocukların en az 2-3 sene boyunca kreş, anaokulu gibi okulöncesi eğitim aldıkları gerçeğini görmezden geliyorlar.
Tüm bunlara rağmen çocuklarının birinci sınıfa başlamak için küçük olduklarını düşünen ve rapor alan anne ve babalar devlet büyükleri tarafından “laikçi” ve “PKK’li” olarak mimleniyor. Bu sayede var olan sorunun çözümüne yönelik herhangi bir somut adım atılmaması bir yana, toplumdaki ikilik, ayrışma, hizip ve ötekileştirme daha da derinleştirilmiş oluyor.
sadik.celik.gorus@gmail.com
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
En Çok Okunan Haberler
- Çok konuşulacak 'adaylık' açıklaması
- 'Tarihe not düşmek için geldim'
- Fatih Altaylı ve İsmail Saymaz'a soruşturma
- Mahruki yine yandı
- AKP’li belediyeden bir ayda 33 konser
- A Milli Takım'ın Uluslar Ligi'ndeki rakibi belli oldu!
- Tıp fakültelerinde kadavra krizi
- Fakülteyi kâğıt üzerinde kurmuşlar!
- Protesto eden yurttaşlara polis müdahalesi!
- Aydın Dağları'nda son yılların en verimli hasadı yapıldı