Sadece Boğaziçi Üniversitesi sorunu değil... Memleket meselesi

27 Eylül 2024 Cuma

Koca salon hıncahınç dolu. Akademisyen, sanatçı, yazar, iş insanı, üst düzey yönetici... Yolları Boğaziçi Üniversitesi’nden geçenler. Bu üniversitede yetişmiş olmanın kendilerine kazandırdıklarının farkında olanlar. Daha da ötesi bu değerleri kaybetmenin, dünyaca tanınan köklü saygın bir üniversitenin kimliksizleştirilmesinin de ötesinde tüm Türkiye’ye yeni yetişen gençlere büyük zarar vereceğini düşünenler. Oradaydım. Dünden Yarına Boğaziçi Üniversitesi Buluşması’nda. Hem BÜ’87 mezunu olarak, hem gazeteci kimliğim ile. 

Türkiye Cumhuriyeti’nin 101. yılını geride bırakırken 53 yıllık bir üniversiteyi tanımak ve 3 yıldır devam eden bir direnişin neden sürdürüldüğünü anlamak inanın toplumun her kesimi için önemli. Emeritüs Profesör Üstün Ergüder kürsüde... 1992-2000 yılları arasında görev yapan efsanevi rektörümüz. 

“İleriyi doğru planlayabilmek için geçmişi iyi bilmek lazım” diye söze başladı: 1970’lerde Boğaziçi Üniversitesi hangi değerler üzerine inşa edildi? Bunu bilmek ve o değerleri inatla savunmayı sürdürmek gerek. Çünkü bu üniversite bugüne kadar Anadolu’nun her yanından gelen gençleri yetiştirdi onları dünyaya açan kapı oldu. Kimi kesimler tarafından iddia edildiği gibi elit üniversite değil Boğaziçi Üniversitesi ama elitist yetiştiren bir üniversite.

Yatay bir meslektaşlık sistemi; öğrenciye her daim açık olan kapı; eğitimi süresince kulvar değiştirmek isteyene saygı ve yol göstericilik; güçlü öğrenci faaliyetleri; insana, farklılıklara, beraber yaşamaya verilen değer...

10 Eylül 1971’de Robert Koleji, binalar, kütüphane, laboratuvarlar ve tüm tesisler ve personel dahil olmak üzere 118 dönümlük bugünkü güney kampüsünü Türk hükümetine miras bıraktı. Boğaziçi Üniversitesi resmen bir Türk kamu üniversitesi olarak kuruldu. 

Üstün Hoca anlatıyor: Kennedy Lodge’da toplandık. Kurucu rektörümüz Abdullah Kuran “arkadaşlar devlet üniversitesi” olduk diye haberi verdi. Hem sevindik hem de korktuk. Devletin tekçi sisteminde üniversite bu değerlerini koruyarak nasıl yaşayacaktı bu değer? Zordu. Direndik ve yaşatmaya çalıştık. 80’lere kadar...

Bu nokta ilginç. Değerleri korumayı nasıl başardılar? 

Bu ülkede yöneticiler farklılıkları sevmez. Kafanızı uzatırsanız koparırlar. Bu yüzden rahmetli Kuran’ın dediği gibi “Düşük profil uyguladık”. Sessizce iyi bir kamu üniversitesi olduk. Bu sayede 70’li yılların siyasi hareketliliğinde bizde eğitim hiç aksamadı. Diğer üniversiteler olaylardan dolayı sürekli kapalı kalırken biz 2. Dünya Savaşı’ndaki İsviçre gibiydik.

Peki ya YÖK dönemi? 

Tabii sorunlar çıktı. Örneğin üniversitenin katılımcı geleneğine hürmet etmeden rektör atandı. Örneğin Şerif Mardin’in yaşama geçirdiği “sosyal bilimler bölümü” gibi yenilikçi yaklaşımlar dağıtıldı. Ama elimizden geldiğinde kültürümüzü korumaya çalıştık. 

Prof. Ergün Toğrol ilk atanmış rektörümüzdü. Ama büyük sorunlar yaşamadık, değerlerimize anlayışlı oldu.

Ya şimdi ile arasındaki fark?

Ergüden şöyle anlatıyor:

O dönem otoriter sistem vardı ama bir yandan tepeden alta kadar bir değerler sistemi vardı ve o özünü korudu. Şimdiki sistem totaliter. Bu üniversitenin kültürünü en derin dokularına varana dek değiştirmeye çalışan bir yapı ve anlayış var karşımızda. 

Boğaziçi Üniversitesi direniyor. Bir avuç akademisyen ile. Haklı gerekçeleri var. Kaliteli öğretim kadrosu ile evrensel ölçülerde öğrenci yetiştiren yapı erozyona uğratılıyor çünkü. 

239 üniversitesi olan bir ülkeyiz. Ve ne yazık ki üniversite eğitimini lise düzeyine indirgeyen bir sistemin göbeğindeyiz. Bunun tüm ülkeye zararı büyük. Ekonomist Ege Cansen’in dediği gibi orta kültür tuzağı içinde Türkiye. Ekonomik krizlerden bir şekilde çıkarsın ama sosyal kriz kalıcıdır, yapışır toplumun tüm katmanlarına kolay söküp atamazsın. 

Bu yüzden bu, sadece direnen bir avuç akademisyenin meselesi değil. Memleket meselesi. Bu yüzden sahip çıkılmalı.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Küresel korku toplumu 20 Eylül 2024

Günün Köşe Yazıları