Sinan Meydan
Sinan Meydan sinan.meydan@hotmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Atatürk yol göstermeye devam ediyor: ‘Hükümet, özgürlük ve demokrasi’

16 Nisan 2025 Çarşamba

“Herhalde millet(in), hükümetin gözcüsü olması gerekir. Çünkü hükümetlerin yaptığı işler olumsuz olup da millet itiraz etmez ve (o hükümeti) düşürmezse bütün kusur ve suçlara katılmış demektir.” (Mustafa Kemal Atatürk) 

2017 Anayasa Referandumu ile oluşan yeni saray rejimi, Meclis’in gücünün olabildiğince azaldığı, yargının olabildiğince siyasallaştığı, muhalif siyasetin ve basının olabildiğince baskılandığı, üniversitelerin olabildiğince kontrol edildiği ve anayasal güvence altındaki özgürlüklerin olabildiğince kısıtlandığı bir baskı düzeni halini aldı. Aslında AKP hükümeti uzun zamandır kendini “vatan” ve “devlet” yerine koyuyor. Ancak hiçbir hükümet “vatan” ve “devlet” olmadığı gibi hükümetleri ve yanlış politikalarını eleştirmek de “vatana ihanet” ve “devlete düşmanlık” değildir. Bu gerçeği, 1930’larda Türkiye’de ortaokulda okuyan çocuklar bile bilirdi. Çünkü Mustafa Kemal Atatürk, 1930’larda ortaokullarda okutulan “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında devleti, hükümeti, hürriyeti ve demokrasiyi ayrıntılı biçimde anlatmıştı.

MUTLAKİYETTEN DEMOKRASİYE

Mustafa Kemal Atatürk ve dava arkadaşları, yaklaşık 600 yıllık teokratik, 10 yılık meşruti monarşiden, sadece 4 yılda egemenliğin kayıtsız şartsız millete verildiği bir cumhuriyet çıkardı ve bu cumhuriyeti adım adım laikleştirdi. Atatürk’ün 15 yılda çeşitli devrimlerle kurumsallaştırdığı bu laik cumhuriyet, 27 yıllık tek partili dönemin ardından çok partili demokratik bir düzene dönüştürüldü.

Bu nedenledir ki İsmet İnönü, 27 Haziran 1956’da Meclis kürsüsünden, bir baskı düzeni kurmaya başlayan dönemin Demokrat Parti hükümetine şöyle seslenecekti: “Aramızdaki farkı bilelim: Biz mutlakıyetten bugüne (demokrasiye) geldik, siz ise bugünden (demokrasiden) mutlakıyete gidiyorsunuz.”

HÜKÜMET VE MİLLET (ULUS)

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi Mustafa Kemal Atatürk’e göre halk gerektiğinde hükümeti eleştirmeli, hükümet de halka hesap vermelidir.

Atatürk, 105 yıl önce, 1920’de şöyle demişti:

“Herhalde millet(in), hükümetin gözcüsü olması gerekir. Çünkü hükümetlerin yaptığı işler olumsuz olup da millet itiraz etmez ve (o hükümeti) düşürmezse bütün kusur ve suçlara katılmış demektir.”

Atatürk, hükümetin varlığının nedenini ise şöyle açıklamıştı: “Hükümetin varlığının sebebi, memleketin güvenliğini, milletin huzur ve refahını temin etmektir. Bütün memlekette gerçek bir güvenlik egemen olmalıdır. Millet, büyük bir huzur içinde, içi rahat bulunmalıdır.”

Hangi hükümet iyidir, hangi hükümet kötüdür? Atatürk, bu soruya da şöyle yanıt vermişti:

“Bir hükümet iyi midir, fena mıdır? Hangi hükümetin iyi ve fena olduğunu anlamak için ‘Hükümetten amaç nedir?’ Bunu düşünmek gerekir. Hükümetin iki hedefi vardır: Biri milletin korunması, ikincisi milletin refahını temin etmek. Bu iki şeyi temin eden hükümet iyi, edemeyen fenadır.”

Çağdaş, ileri hükümetlerin görevini de şöyle açıklamıştı: “İleri hükümetçiliğin ayırıcı özelliği, halkı gücüne olduğu kadar şefkatine de samimiyetle inandırabilmesidir. Büyük küçük bütün Cumhuriyet memurlarında bu düşünce şeklinin en geniş ölçüde gelişmesine önem vermek yerinde olur.”

(Kaynak: https://atam.gov.tr/siyaset-bilimi-ve-devlet-yonetimi/)

ATATÜRK’TEN DEMOKRASİ DERSİ

Atatürk, 1930 yılında “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında, milletvekillerinden oluşan Meclis’i ve sınırlı zaman için seçilmiş hükümeti ve cumhurbaşkanı ile milli egemenliğin korunmasının en iyi dayanağının cumhuriyet olduğunu belirterek “Cumhuriyette Meclis, cumhurbaşkanı ve hükümet, halkın hürriyetini, güvenini ve rahatını düşünmek ve bunları sağlamaya çalışmaktan başka bir şey yapmazlar” deyip şöyle devam ediyor: “Çünkü bunlar bilirler ki kendilerini iktidar ve yetki makamına, belirli bir zaman için getiren irade egemenliğin sahibi olan millettir ve yine bunlar bilirler ki iktidar makamına saltanat sürmek için değil, millete hizmet için getirilmişlerdir. Millete karşı tutum ve görevlerini kötüye kullandıkları takdirde şu veya bu şekilde, milli iradenin kendi haklarında gerçekleşmesiyle karşı karşıya kalabilirler. Millet tarafından millet adına devleti yönetmeye yetkili kılınanlar için gerektiğinde millete hesap vermek zorunluluğu laubalilik ve keyfi hareketle yapılamaz.”

Atatürk’ün, 1930’larda ortaokullarda okutulan bir ders kitabında, hükümet ve millet egemenliği arasındaki ilişkiyi açıklama biçimi çok dikkat çekicidir.

Atatürk’ün, tek partili Cumhuriyetin kurucu cumhurbaşkanı olmasına karşın, Meclis’i, cumhurbaşkanını ve hükümeti “devlet” yerine koymaması, diktatörler gibi tek parti hükümetini kutsamaması; tam tersine Meclis’in, cumhurbaşkanının ve hükümetin belirli bir süre için seçildiklerini, “saltanat sürmek için değil, millete hizmet etmek için” o görevlere getirildiklerini ve görevlerini kötüye kullanmaları halinde milletin onları iktidardan düşürebileceğini ve “devleti yönetenlerin gerektiğinde millete hesap vermek zorunda olduklarını” belirtmesi, bugüne ışık tutan yol gösterici açıklamalardır. Atatürk hükümetin değil, halkın seçme hakkının “kutsal” olduğunu belirtiyor: “Vatandaşın en büyük görevi, aynı zamanda en kutsal hakkı seçme hakkıdır” diyor. “Hükümeti ve Meclis’i dikkatli bulunduran kamuoyunun eleştiri özgürlüğüdür” diyerek de halkın hükümeti ve Meclis’i eleştirmesini istiyor.

ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİ

Atatürk’ün, “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında uzun uzun açıkladığı, önemini vurguladığı kavramların başında “özgürlük” ve “demokrasi” gelmektedir.

Atatürk, hürriyeti (özgürlüğü) şöyle açıklıyor: “Hürriyet, insanın düşündüğünü ve dilediğini, başka birinin hiçbir etki ve karışması olmaksızın kesin olarak yapabilmesidir. Bu tanım, hürriyet kelimesinin en geniş anlamıdır. İnsanlar bu anlamda hürriyete hiçbir zaman sahip olmamışlardır ve olamazlar.”

Atatürk, “Bir milletin kültürü yükseldikçe kişisel hürriyetin uygulama alanları genişler ve çoğalır. Çeşitli şekilde birbirinden ayrı ve bağımsız hürriyetler meydana çıkar” diyerek hürriyeti “kişisel hürriyet” ve “toplumsal hürriyet” olarak ikiye ayırıp ikinci grupta özellikle “basın hürriyeti” üzerinde duruyor ve bugün de kulaklara küpe olması gereken şu cümleyi kuruyor:

“Basın hürriyetinden doğacak zararları ortadan kaldırma aracı yine basın hürriyetidir.”

Atatürk ayrıca “düşünce” ve “vicdan hürriyetini” de ayrıntılı olarak açıklayarak “Türkiye’de hiç kimse düşüncelerini zorla başkalarına kabul ettirmeye kalkışmaz ve böyle bir şeye izin verilmez” diyor. “Şüphesiz, düşüncelerin ve inançların başka başka olmasında şikâyet etmemek gerekir. Çünkü bütün düşünceler ve inançlar bir noktada birleştiği takdirde bu hareketsizlik belirtisidir. Öyle bir durum elbette arzu edilmez” diye de ekliyor.

“Bir milleti oluşturan bireylerin o millet içinde her tür hürriyeti; yaşamak hürriyeti, çalışmak hürriyeti, düşünce ve vicdan hürriyetinin güven altında bulunması gerektiğini” belirtiyor.

Atatürk, mutlak yönetimlerde (monarşilerde) bireylerin hürriyetlerinin tamamen hükümdarın elinde olduğunu ve yüzyıllar boyunca bireylerin kişisel hürriyetleri için mücadele ettiğini anlatıyor. “Her türlü hakkın esası hürriyettir. Çünkü gerçek, hür ve sorumlu yaratılmış yalnız insandır. Ancak diğer taraftan insanların sosyal ve siyasi oluşumlar halinde bulunması da doğal ve gereklidir. Bu oluşumlar ise kısmen zorunlu yazılı yasa hükümlerine göre gelişir” dedikten sonra kişisel hürriyeti ve hakkı sağlamanın devletin görevi olduğunu belirtiyor. Türkiye Cumhuriyeti anayasasının 68. maddesindeki, “Her Türk hür doğar, hür yaşar” ifadesini tekrarladıktan sonra da şu yargıya varıyor: “Türkler, demokrat, hür ve sorumlu vatandaşlardır.” “Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları ve sahipleri bizzat kendileridir.”

Atatürk, “hürriyet” ve “demokrasi” arasında güçlü bir bağ kuruyor. “Demokrasi vatandaşın hayatını yaşaması ve her türlü kişisel ve toplumsal görevlerini yapması hürriyet ve imkânlarını hazır hale getirir” diyor.

DEMOKRASİ DENİZİNDE BOĞULMAK

Atatürk, “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında demokrasiye geniş bir yer ayırarak şöyle diyor:

“Artık bugün demokrasi düşüncesi daima yükselen bir denizi andırmaktadır. 20. yüzyıl birçok baskıcı hükümetlerin bu denizde boğulduğunu görmüştür. Çarlık Rusyası, Osmanlı padişahlığı ve hilafeti, Almanya ve AvusturyaMacaristan İmparatorlukları bunların başlıcalarıdır.”

Atatürk, “Demokrasi İlkesinin Belirgin Özellikleri” başlığı altında da şöyle diyor: “Bizim bildiğimiz demokrasi özellikle siyasidir; onun hedefi, milletin, idare edenler (hükümetler) üzerindeki kontrolü sayesinde siyasi hürriyeti sağlamaktır. Demokrasi fikirdir, bir kafa meselesidir; herhalde bir mide meselesi değildir. Hükümet ilkesi de bir adalet sevgisini ve ahlak düşüncesini gerektir. Demokrasi eşitlikseverdir.”

Atatürk’e göre “Demokrasi ilkesinin en çağdaş ve en doğru uygulamasını sağlayan hükümet şekli cumhuriyettir.”

Atatürk, “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında özgürlük ve demokrasi bağlamında kadınlara siyasi haklar verilmesi gerektiğini de çok ayrıntılı biçimde anlatıyor.

***

Çok açıkça görüldüğü gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, üstelik 1930’larda, tek partili dönemde, geleceğin demokratik Türkiye’sini hazırlamak istemişti. Bu bağlamda, dünyada faşizmin yükseldiği 1930’larda, ortaokullarda okutulan “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında Meclis’in, hükümetin ve cumhurbaşkanının halka hesap vermesi, halkın hükümeti denetlemesi, devletin de bireylerin özgürlüklerini koruması ve kadınlara siyasal haklar verilmesi gerektiğini belirterek demokrasiyi yüceltmişti. Öyle ki “Artık bugün demokrasi düşüncesi daima yükselen bir denizi andırmaktadır. 20.yüzyıl birçok baskıcı hükümetlerin bu denizde boğulduğunu görmüştür” demişti. Ancak bugün durum tersine döndü; 21. yüzyılda demokrasi düşüncesi maalesef alçalan bir denizi andırmaktadır ve bu denizde birçok baskıcı hükümet yeniden baş göstermektedir. Onlardan biri de Türkiye’deki AKP hükümetidir. Atatürk’ün deyişiyle ifade edersek “demokrasi denizini” yeniden yükseltmek gerekir. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları