Öner Yağcı

Kültür sanat dünyamızın gerçeği...

01 Aralık 2018 Cumartesi

Çağan Irmak’ın yeni filmi Bizi Hatırla. Babam ve Oğlum gibi asıl olarak baba-oğul arasında geçen, duygu yoğunluğuyla dolu olan film küreselleşme ve kentleşmenin getirdiği betonlaşmanın insanları da nasıl betonlaştırdığını, yabancılaşmanın insanı nasıl kuşattığını gösteriyor. Katıldığım bir izleyici yorumunu buraya almadan geçemeyeceğim: “Film sizin ağzınıza edip gönderecek salondan. Sorgulayacak o kadar çok şey bulacaksınız ki hayata dair. Mutlaka izlenmeli.”

***

Küreselleşmenin yaşamımızı nasıl etkilediğiyle ilgili ilk bilgileri Alman gazeteciler Hans-Peter Martin ve Herald Schuman’ın Globalleşme Tuzağı’ndan edinmiştim (1997). Küreselleşmenin yaşamımıza getirdikleri ve getirecekleriyle ilgili kitaplar kitaplıklarda raflar dolduracak kadar çoğaldı. Son günlerde yayımlanan John R. Saul’un Küreselleşmenin Çöküşü, Joseph E. Stiglitz’in Küreselleşme-Büyük Hayal Kırıklığı, Harry Magdoff’un Küreselleşme ve Yaklaşan Sosyalizm gibi kitaplar, bu yanlış gidişe karşı insanlığın çığlığından örneklerdir.
Dünyanın son yıllarında yaşanılanlara ışıldak tutan bu kitaplarda yazılanları Attilâ İlhan, Erol Manisalı ve Türkel Minibaş’ın Cumhuriyet’te yazdıkları ve bizim toplumsal yaşamımızı derinden etkileyen verilerle birleştirince kültür sanat dünyamızdaki bugünün gerçeğini açıkça görmeye başlıyor insan.
Anadolu’nun yüzlerce yıllık yoksunluğunu, yoksulluğunu yok edecek, bağrında yaşayanlara insan olma onurunu kazandıracak bir toplumsal yapılanma olan Cumhuriyetle geldiğimiz noktadan hızla uzaklaşıyoruz. Toplum, oluşmaya başlayan laiklik temelindeki çağdaşlaşma, özgürleşme, eşitlik, adil paylaşım gibi değerlerle yüklü ortak ülküsü yok edilip farklı değerler üretilerek çatışma ortamına sürükleniyor. Dünya gerçeklerinden uzak, öteki dünya masallarıyla temeli tüketim olan bir yaşama doğru götürüldüğümüz kahredici bir gerçekliktir.
Küreselleşmenin en önemli aracı olarak tüm dünyayı etkisi altına alan medyanın özgürlük arayışlarının da önünü tıkama görevini kendi açısından başarıyla gerçekleştirdiğini kabul etmek zorundayız. Medya, yaşamın her alanında “tüketim”in gerçekleştirilmesini asıl görev biliyor. Medyanın etkisinin, her şeye olduğu gibi kültür ve edebiyatta da olduğunu görmemek aptal olmakla eştir. Nasıl bir edebiyat istendiğinin belirlenmesi ve edebiyatın ideolojisinin tüketime yöneltilmesi medyanın en büyük başarısıdır. Bu başarıda toplumsallığın savunucularının seslerinin kısılması gerçekliğinin de elbette önemli payı vardır. Çünkü özgürlük savaşımıyla edebiyatın birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğu düşüncesi bu gerçeği kendiliğinden karşımıza çıkarır.
Cengiz Gündoğdu’nun 1990’larda belirlediği star sistemi’nin olanca çıplaklığıyla karşımızda olduğunu görüyoruz. Her yerde yıldızlar var, edebiyatta J. Başka kimse yok!..
İnsandan ve toplumsallıktan uzak, tüketimi çoğaltan, her şey gibi edebiyatı da tüketimin hizmetine sunan bir ideoloji ne yazık ki egemendir. Edebiyatın tekseslileştirilmesi, magazinleştirilmesi, mistikleştirilmesi, bağıra bağıra tüketilmesi, değersizleştirilmesi, edebiyatla aydınlanıp güzelleşenlerin yönlendirilmesi, insan ve insanlık açısından yanlış bir gidiştir.
Zamana karşı yarışıp zamanı yenerek kendini kanıtlayan bir ölümsüzlük arayışının adı olan edebiyat yerine bugün üretilip bugün tüketilen ürünlerin sunulması edebiyata yapılacak en büyük kötülüktür.
Bu kötülüğü yenecek gücümüz, birikimimiz, damarımız öylesine görkemli    



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

‘Yeni despotizm’ 21 Aralık 2024
Savaş ve insan 14 Aralık 2024
Zaman, savaş ve insan 7 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları