Olaylar Ve Görüşler

Türkiye’nin ana davası - Neval Oğan BALKIZ

06 Eylül 2023 Çarşamba

İslam dünyasında ilk ve en köklü devrim Anadolu’da, Kurtuluş Savaşı sonrasında Cumhuriyetin ilanıyla başlayan süreçte Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde yapılan devrimler ile gerçekleşmiş, ilk kez bir Müslüman ülkede, din ve devlet, din ve dünya alanı ayrılmıştır

1930’larda, İslam dünyasında bu gelişmeyi geniş bir kesim alkışlamakta ve örnek göstermekteydi. Bunların başında, Hintli Müslümanların  manevi lideri, İslam düşünürü Muhammed İkbal geliyordu. İkbal, bu gelişmeyi  İslama  tamamen uygun buluyor ve şöyle ifade ediyordu: “Bugünün Müslüman ulusları arasında sadece Türkiye dogmatik uyuşukluğu sarsmış ve kendi bilincine varmıştır. Sadece Türkiye entelektüel özgürlük hakkını talep etmiştir”

AYDINLANMA KARŞITLIĞI

O günden bugüne gelişen süreç içerisinde; zamanın Meclis’inde, saltanat-hilafet çekişmeleriyle başlayan, çağdaşlaşma ve Aydınlanma karşıtlığı ve  karşı koyuş sürekliliğiyle devam eden “Türkiye’nin dogmatik uyuşukluğu sarsma,  kendi bilincine  varma ve entelektüel özgürlüğüne kavuşma” direncinin önünü kesen, ona engel olan anlayış bugün kurumlaşmış, siyasal, ekonomik, finans, kültür yapıları, tarikat ve cemaatleri ile devletin tüm kurum ve kuruluşlarıyla örgütlenmesini, bu örgütlenmenin işleyişini ve bunu belirleyen başta hukuk olmak üzere, ilkelerini belirme gücüne  sahip hale ulaşmıştır. “Mağduriyet” ve “laikçilik” demagojisiyle , Cumhuriyet Türkiye’sinin din ve devlet anlayışını değiştirme, bu anlayışı kurumsallaştıran laiklik ilkesini bütünüyle içeriksiz bırakma, hatta kaldırma ve Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik ilkesi ile temellendirdiği ve kurumsallaştırmayı amaçladığı;  tüm yaptıklarından sorumlu olan “özerk insanı” merkeze alan, akılcı ve tarihsel bir İslam anlayışını yıkma, yok etme çabası içinde olmuştur.

5 Şubat 1937’den itibaren laiklik ilkesi, devletin “temel ve değiştirilemez” niteliklerinden biri olarak, anayasada yer alır! İçinde bulunduğumuz koşullar, Türkiye’de laikliği somut olarak “Nasıl toplumsal ve kültürel yaşantımızın doğal bir parçası haline getireceğiz” sorusunu, bugünün ve gelecekteki siyasal, toplumsal alanın en temel sorusu/sorunu haline getirmektedir. 

YAŞAMSAL GERÇEK

Laiklik karşıtı gerici zihniyetler tarafından katledilmiş olan ünlü  hukukçu Prof. Dr. Muammer Aksoy: “Türkiye’nin ana davası, laikliktir. Laiklik ilkesinin kalktığı bir Türkiye, çağdaş uygarlık düzeyine kesinlikle ulaşamaz. Çünkü şeriatın yarısı ibadet ve inançla, öbür yarısı devlet düzeniyle ilgilidir! Dolayısıyla laiklik, Türkiye’nin, Türk devletinin yaşam sorunudur” saptamasındaki önemli ve yaşamsal gerçeği kavramanın, bir kez daha üzerinde düşünmenin zamanıdır! 

POLİTİK UNSUR

Türkiye’de özellikle son dönemlerde; laiklik kavramının önüne “otoriter”, “muhafazakâr”, “demokratik”, “özgürlükçü”, “inançlara saygılı” (sanki inançlara saygılı olmayan bir laiklik olabilirmiş gibi) vs. sıfatlar konularak anlamı ve içeriği boşaltılmaya, kavramın kendisi bir “suç”, hatta “din ve inanç karşıtlığı” gibi sunulmaya, bir “günah” unsuru haline getirilmeye çalışılıyor!

Bu süreçte uygulamada, laiklik ilkesinin gerektirdikleri tek tek ortadan kaldırılıyor! Devletin bütün kurum ve kuruluşlarının örgütlenmesinde, işletilmesinde, hukukun oluşturulmasında belirli bir dinin (İslam), hatta belirli bir anlayışının norm ve kuralları etkili kılınıyor, ideolojik ve politik unsur olarak hâkimiyeti kurumsallaştırılıyor. Bu hegemonyayı durdurmak, demokratik anayasal hukuk devletini oluşturmak ve korumak, akıl ve onur sahibi özgür bireyler olarak, hak ve özgürlüklere tanımlanmış hukuk öznesi konumumuzu sürdürmek ve güvenceye almak için, etkin bir laiklik anlayışı tek çıkış yoldur.

Çünkü laiklik ilkesi; “Bir devletin, bütün kurum, kuruluşlarıyla örgütlenmesinde, hukukunun oluşturulmasında ve işletilmesinde herhangi bir dinin anlayışlarının ve normlarının belirleyici olmaması gereğini ve istemini dile getirir.” 

Dolayısıyla laik devlet; “Diğer özellikleri ne olursa olsun, örgütlenmesinin ve işleyişinin bir dinin inançlarıyla ilgili anlayışlar ve normlar tarafından belirlenmediği; örgütlenmesi yapılırken hukuku oluşturulurken ve işletilirken bunların herhangi bir dinin dünya görüşüne, ilke ve kurallarına uyup uymadığına bakılmadığı devlettir.” 

GÖREV VE SORUMLULUK

Laiklik; bir devletin örgütlenmesinin ve işleyişinin nelerin belirlememesi (bir dinin inançlarıyla ilgili anlayış ve normların) gerektiğini; sekülerizm ise nelerin belirlemesi (çağın düşüncesinin oluşturduğu fikirler ve ortaya koyduğu bilgilerin) gerektiğini tanımlar. 

Karma eğitime son verilmesi tartışmalarının yapıldığı, açık alanlarda içki yasağının sistematik uygulamaya sokulduğu, mezuniyet törenlerinin, müzik festivallerinin, Bursa gibi kentlerde kadınlı erkekli düğün törenlerinin yasaklandığı, adliye binalarında Kuran kurslarının açıldığı, “tebliğciler” adı altında irticacı grupların sokak sokak insanların yaşam tarzlarını tehdit ettiği, cihadist şeriatçı siyasal partilerin TBMM’de yer aldığı, tarikat ve cemaatlerin birer sosyal ve ekonomipolitik alan ve güç olarak siyasal yapıyı belirlediği, eğitimin içerik ve işlevsel olarak bütünüyle dinsel temelde yapılandırıldığı koşullarda, demokratik cepheleşmeyi dinamikleştirecek şekilde inşa edecek, insanların arzuları üzerine gerçek bir etkiye sahip çözümler yanı sıra, korkuyu aşacakları, gelecek için umut vaat eden demokratik pratikleri gerçekleştirebilecekleri kolektif özdeşim biçimleri sunacak  laik bir politikayı  örgütlemek, yaşamsal bir görev ve sorumluluktur!

NEVAL OĞAN BALKIZ

HUKUKÇU / AKADEMİSYEN



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları