Olaylar Ve Görüşler

Sosyalist mücadelenin yılmaz savaşçısı: Behice Boran - Okan TOYGAR

10 Ekim 2021 Pazar

6 Ekim 1987 Salı gecesi Behice Hanım Brüksel’deki evinde göğüs ağrısı ile uyandı. Bir süreden beri peşini bırakmayan bu ağrı sabaha karşı dayanılmaz bir hal alınca saat beş civarı kendisi gibi siyasi bir mülteci olan Şilili kalp doktorunu aradı. Uzunca süredir kendisini takip eden doktoru ilaç dozunu artırmasını ve dinlenmesini söyleyince Behice Hanım o gün çok önemli bir toplantıda bulunması gerektiğini söyledi. Doktoru bunun yanlış olduğunu anlattı ve hiç uzatmadan “İntihar ediyorsunuz” dedi. Saat yedi civarında bu kez Nihat Sargın’ı arayarak gece olanlardan bahsetti. Kendisi de bir hekim olan Nihat Sargın uykuda bile gelen ağrının iyi bir işaret olmadığının farkındaydı ama o an için yapılacak en iyi şeyin onu rahatlatmak olduğunu düşünerek endişelenmemesini, ilaçların iyi geleceğini ve gerekirse toplantıda onun yerine kendisinin TİP’i temsil edebileceğini söyledi. Oysa o da biliyordu ki TİP ve TKP’nin birleşme kararının duyurulacağı bu toplantıya katılmaktan ancak ölüm alıkoyabilirdi Behice Boran’ı. Kısa bir zaman önce hastalığının ilerlemesi üzerine yakın arkadaşı ve avukatı Necla Fertan Brüksel’e Boran’ın yanına gelmiş, onu hastaneye yatması için ikna etmeye çalışmıştı. Ona “Sağlığınız bozuk, ölüyorsunuz, bu çabalardan vazgeçin” dediğinde “Şu birleşmeyi tamamlayalım. Yapmak istediğim başka bir şey yok. Öleyim, ne olur ki” demişti Behice Boran. Dediğini de yaptı. Tüm uyarılara rağmen 7 Ekim 1987’de Brüksel Uluslararası Basın Merkezi’nde TİP ile TKP’nin Türkiye Birleşik Komünist Partisi isminde birleştiğini açıklamak için ölümü pahasına toplantıya katıldı ve üç gün sonra, belki de son görevini yerine getirmiş olmanın huzuruyla yetmiş yedi yaşında Tatar gözlerini bir daha açmamacasına yumdu. 

Nihat Sargın’ın dediği gibi “Behice Boran için ‘son nefesine kadar’ deyimi, deyim olmaktan çıkmış, gerçeğin ifadesi olmuştur.” İşçi sınıfı mücadelesinin çilelerine dirençle göğüs germek, sonuna kadar dayanmak ve sosyalizm yolunda inatla yürümek hep Boran’la özdeşleşen kavramlar olmuştur.

İNSANA YAKIŞANI SEÇTİ

Üniversite yıllarında Marksizmi okuyunca kafasındaki bütün çelişkilerin çözüldüğünü hissederek müthiş bir ferahlama duyan Behice Boran ömrü boyunca ülkesinin bu yönde değişimi ve gelişimi için mücadele etti. Ona göre “Çağdaş uygarlık, Batı’nın kapitalist ülkelerinin uygarlığı değil, sosyalist uygarlıktı”.

Arif Damar’a göre emekçi kökenden gelmeyen bir aydının 1930’lu yıllarda Marksizmi seçmesi, kendi alışkanlıklarından vazgeçmesi ve “ben de halkım” diyebilmesi zordu. Ancak Behice Boran aklına koymuştu bir defa. Barış, demokrasi ve insan hakları için çalışacak, emeğiyle yaşayan bütün yurttaşların iktidara yürümesi için elinden geleni yapacaktı. İlhan Selçuk’un ifadesiyle Behice Boran “Zor olanı ama insana yakışanı seçmişti”. 

Boran, 1940’lı yıllarda, Ankara Üniversitesi DTCF’de genç bir doçentken çıkardığı dergiler ve TKP’deki çalışmaları ile İkinci Dünya Savaşı’nın etkilerine bağlı olarak gelişen faşizme ve ırkçılığa açıkça karşı çıkar. Bu durum Türkçü, Anadolucu ve Turancı grupların tepkisini çeker ve 1948’de Pertev Naili Boratav ve Niyazi Berkes ile birlikte fakülteden uzaklaştırılır. Arkadaşları Türkiye’den ayrılırken Behice Boran İstanbul’a taşınır ve mücadeleye orada devam eder. Mina Urgan’a göre bunun başlıca nedeni, Behice Boran’ın tutkulu yurtseverliğidir: “Memleketini sadece soyut bir kavram olarak değil, elle tutulur bir gerçek olarak sever Boran. Azgelişmişliğiyle, yoksulluğuyla, eşitsizlikleriyle, haksızlıklarıyla, buruk acılarla...”

Cumhuriyet ilan edildiğinde on üç yaşında olan Boran, Ulusal Kurtuluş Savaşımızı dünya devrimci sürecinin bir parçası olarak görür. Atatürk devrimleri ile gerçekleşen aydınlanma sürecini yaşamış bir kuşağın üyesidir o.

HİÇ YILMADAN MÜCADELE

1950 Temmuz’unda Barışseverler Derneği kurucusu ve genel başkanı olarak, Menderes hükümetinin, Meclis onayını beklemeden Kore’ye asker göndermesine karşı çıkan Behice Boran Galata Köprüsü’nün başında “Kore Nere” başlıklı bir bildiri dağıtır. O dönem için bu bir siyasal cesaret örneğidir. O kadar ki, derneğe girmesini önerdiği bazı arkadaşları, hapse düşmekten veya işinden olmaktan korktukları için Behice Boran’ın bu teklifini geri çevirirler. Nitekim bildirileri dağıttığı günün akşamı Boran gözaltına alınır ve ilk mahkûmiyetini alır. Bundan böyle soruşturmalar, mahkemeler ve cezaevleri yaşamının bir parçası olacak ama o yılmadan mücadeleye devam edecektir. 

EĞİLMEDEN, BÜKÜLMEDEN...

1951 tevkifatı sürecinde, 1960’lar ve 70’lerde meydanlarda ve parlamentoda, TİP içerisindeki mücadelesinde, 12 Mart sonrası hapislerde ve 12 Eylül sonrası yurtdışında hep cesur, kararlı ve öncü bir kadın figürü görürüz. Boyasız kısa saçı, kulağının arkasından bağlanmış eşarbı ve etkileyici konuşmaları ile ülkesinin işçileri, emekçileri ve aydınları için sosyalizm mücadelesinin onurlu bir simgesidir o.

Onu yakından tanıma olanağı bulmuş olanlar içinse bu özelliklerinin yanı sıra dans etmeyi, yüzmeyi, türkü söylemeyi seven, dostlarına yemekler yapan, altı günlükken yitirdiği ilk çocuğu Elif’in acısını hep yüreğinde hisseden, oğlu Dursun’a yurtdışından kazak örüp gönderen, sevdiği reçelleri kapısının önüne koyduran, hastalığı nedeniyle bakıma gereksinim duyan eşi Nevzat Hatko ile yıllarca büyük bir sevgi ve özenle ilgilenen bir dost, anne ve eştir. 

Schopenhauer “Mutlu bir hayat olanaksızdır; insanın başarabileceği en iyi şey kahramanca yaşamaktır” der. 

Hiç eğilip bükülmeden, kahramanca yaşamış ve sosyoloji biliminde, Türk siyasetinde ve onu tanıyan herkesin yüreğinde derin izler bırakarak 10 Ekim 1987’de bu dünyadan göçüp gitmiş olan Behice Boran yoldaşa selam olsun..



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları